Korona pandemi ile mücadele ettiğimiz şu günlerde akıllardaki soru: Bilimkurgu izlemek için doğru zaman mı? Malum, izlediğimiz onlarca post-apokaliptik filmin başlamasına neden olan bir virüs! Beynimizin daha fazla teori üretmemesi için bilimkurgudan uzak kalmamızı söyleyenler şöyle dursun; biz hem bilimkurgu hem eğlence zamanı diyoruz! Bu eğlenceli listede Back to the Future, Galaxy Quest, Mars Attacks, Men in Black, Spaceballs, Paul, Guardians Of The Galaxy, Innerspace, Idiocracy, The Hitchhiker’s Guide to the Galaxy gibi komiklikleri hemen herkesçe kabul edilmiş yapımlardan ziyade daha az dikkat çeken, listelere girmiş ama henüz izlenme fırsatı bulunamamış ya da yeteri kadar takdir edilmemiş yapımları göreceksiniz.
Evde sıkım sıkım sıkılanlar, kedisine saranlar, sevdiceklerini darlayanlar ve çalışmak zorunda kalıp da eve geldiğinde ailecek eğlenceli bir şeyler izlemek isteyenler… Biraz gülmeye hazır mısınız? Karşınızda muhtemelen henüz izlemediğiniz 9 komedi bilimkurgu filmi!
Now You See Him, Now You Don’t (1972)
Geçirdiği kaza sonrası genç Dexter Riley (Kurt Russell) resmen yürüyen bir robota dönüşmüştür ve bu olayın üzerinden üç yıl geçmiştir. Tatlı baş belası Dexter, dekanın hayatını cehenneme çevirmeye devam etmektedir. Bu sefer, görünmezliği icat edeceğini umarak laboratuvara girer ve kazara da olsa başarır! Tam da bu esnada dolandırıcılıktan hüküm giymiş Arno (Cesar Romero) hapishaneden çıkar. İşte bu noktadan sonra işler karmaşıklaşır. Artık okulun geleceği söz konusudur.
1969 yılında yayımlanan The Computer Wore Tennis Shoes ile başlayan üçlemenin devamını 1975’teki The Strongest Man in the World izler. Walt Disney’in “Dexter Riley” üçlemesinin hepsinde de başrolde Russel vardır; saflık ve aptallık arasındaki ince çizginin ağırlıklı aptallık kısmında seyreden üçlemesinin ortanca filmi, diğer iki film kadar bilinmemekte ve referans gösterilmemektedir. Halbuki keskin karakterleri, tuhaf fiziksel durumları ve gafları ile diğer iki filmi aratmayacak düzeydedir.
Frequently Asked Questions About Time Travel (2009)
Bilimkurgu seven silik karakter Ray (Chris O’Dowd) ve iki hafif şapşal arkadaşı, dertlerini kederlerini unutmak için lokal bir pub’a girerler. Ancak aradıkları ve buldukları birbirinden farklıdır. Ray, gelecekten geldiğini iddia eden Cassie (Anna Faris) adlı birine çarptıktan sonra tuvalet molaları bildiğimiz molalar olmaktan çıkar; içinden çıkılmaz bir maceranın tam ortasında bulurlar kendilerini.
İyi bir zamanda yolculuğu kim sevmez ki? Hitler mi? O da kim! Ray ve arkadaşlarının keşfettiği gibi, tarihte ileri ve geri gitmek, bir bebek diktatörün öldürülme etiğinin tartışılmasından çok daha fazlasını içerir. “Editörler” olarak adlandırılan gezginler, bir not defterinde yazılan aptalca fikirlerle kimin ünlü olabileceğini tahmin ederler ve en büyük başarılarından hemen sonra tarihin büyük insanlarını öldürürler. Editörler iş başındayken zaman asılı kalır ve gelecekten gelen Cassie ile Ray arasında filizlenen de nedir öyle? Romantik duygular mı? Tanrım, her şey çorba oldu!
Filmin bütçesi, çoğunlukla pub’ın içindeki “aksiyon’a harcanmış gibidir. Bazı korkunç olaylardan bahsedilse de zar zor görülen dış dünyadan dolayı film diyalog, karakter ve oyuncu performansına odaklanır. Şükür ki oyuncular tartışırken, planlar yaparken eğlence ve zeka hep oradadır. Yalnız Ray karakteri bir tık daha oradadır; bütün sahnelerden rol çalan Ray’i izlemek ayrı bir keyiftir.
John Dies at the End (2012)
David ve John, üniversite terk ve hayatlarına yön verememiş iki arkadaş olsalar da, özel bir soya sosu (tabii ki gerçekten soya sosu değil) sayesinde dünyamızla başka bir boyuttaki korkunç denizciler arasında duran kişilerdir. Filmin hikâyesi için bundan daha fazlasını bilmenize gerek yok, zaten nasıl bittiğini sanıyoruz ki anladınız.
Yönetmen Don Coscarelli’nin komedi yönü son iki filmi ile ön plana çıkar: John Dies at the End ve aynı derecede harika olup da az takdir edilen Bubba Ho-Tep. İki film de hem komik hem inanılmaz yaratıcı olmayı başaran tatlı noktalara sahip. Dünya dışı varlıklar, çarpıtılmış toplumlar ve daha tonla ilginç ve çılgın şey… Bilimkurgunun sıra dışı mizahından kaynaklı beklenmedik kahkahalar atmak ve et canavarları ile bezenmek isterseniz buyurun.
Space Station 76 (2014)
Geçmişin geleceğine hoş geldiniz! Omega 76, iki yeni ziyaretçisini bekleyen bir uzay istasyonudur. Birincisi, mevcut kaptanın (Patrick Wilson) pabucunu dama atacak ve tüm düzeni alt üst edecek yardımcı kaptan (Liv Tyler), diğeri ise bir asteroit ya da hımmm meteor… Ayrıntılar o kadar da önemli değil, önemli olan mürettebatın yaklaşan tehlikeyle kişisel dramalarının nasıl şekilleneceği…
Space Station 76’da mizah hem görseldir -70’lerde geçen bir hikâye olduğundan insanlarla robotların yan yana oluşu tezat bir görüntü yaratır- hem de çatışmalardan beslenen diyalog tabanlıdır. Birçok yönüyle izleyicisine aptalca görünse de tam bir komedi-parodi yapımdır ve kara mizahla işi olmayanların uzak durması gerekir. WTF anları yaşamak isteyenler içinse birebir!
Yardımcı oyuncu kadroda yer alan Matt Bomer, Jerry O’Connell ve 2001’den Keir Dullea eğlencenin kesintisiz devam etmesine performansları ile büyük katkı sağlıyorlar. Bu orijinal bir hikâye olsa da, ana yazar Plotnick ve dört yazarının “Star Wars ve Space: 1999, 70’ler banliyösünde geçseydi nasıl olurdu?” sorusuna verdikleri yanıttır da aynı zamanda. Karşı konulması güç, garip bir birleşim.
Turbo Kid (2015)
Mümkünse geleceği hayal edin. Yalnız herhangi bir geleceği değil; asit yağmuru ve savaş yüzünden insanlığın yok olmayla karşı karşıya kaldığı kıyamet sonrası bir geleceği… Düşünün. Yıl 1997. Post-apokaliptik bir gelecekte topladığı hurdalarla hayatta kalmaya çalışan ve çizgi romanlara tutunmuş yapayalnız bir hayat süren ergen Turbo Kid, Apple ile tanıştıktan sonra bazı zorluklarla karşılaşır. Bu zorlukları yenebilmesinin tek yolu da korkularıyla yüzleşmekten ve istemeden de olsa hayatının aşkının kahramanı olmaktan geçecektir.
Nükleer felaketten sonra çorak topraklara dönüşmüş bölgenin acımasız lideri Zeus, Kid ve Apple’ın peşini bırakmaz. Elinde kör talihinden ve antika bir silahtan başka bir şey olmayan Kid, hayal dünyasını kaplayan çizgi roman karakterlerinden öğrendikleriyle Apple’ı kurtarmak ve Çorak Topraklar’ı Zeus’un kötülüğünden temizlemek zorundadır. Film başından sonuna sevgi ile harmanlanmış bir bilimkurgudur. Hemen her bilimkurguda duygular orada vardır ama bu filmde resmen merkezdedir.
Night of the Comet (1984)
Kuyruklu yıldız, zombiler, iki kız kardeş… Buraya kadar okuduklarınız ilginizi çektiyse biraz da hikâyeden bahsedelim. İnsanlar, gerçekleşecek yıldız kaymasını izlemek için büyük bir sabırsızlık içerisindedir. Liseye giden Regina Belmont ve kardeşi Samantha’nın ise konuya zerre seviyesinde ilgisi yoktur. Fakat beklenmeyen bir şey olur ve kuyruklu yıldız büyük bir felakete yol açar. Los Angeles’ın göğü artık kıpkırmızıdır ve Regina ile Samantha dışında, şehirde yaşayanların çoğu ölmüştür ya da zombiye dönüşmüştür.
Dünyanın kaderi yıldızlara karşı ilgisi olmayan bu iki kız kardeşin elindedir. Thom Eberhardt’ın yönetmenliğini ve senaristliğini üstlendiği filmin oyuncu kadrosunda Catherine Mary Stewart, Kelli Maroney, Robert Beltran, Sharon Farrell, Mary Woronov gibi isimler yer alıyor.
The Absent-Minded Professor (1961)
The Nutty Professor (1963) ile karıştırılmaması gereken The Absent-Minded Professor, 1922’de yayımlanan “A Situation of Gravity” isimli bir çizgi romanın hikâyesine dayanır. 1963 yapımlı bir devam filmi (Son of Flubber) de olan yapım, yolsuz işlerle uğraşan bir iş adamının profesörden “yer çekimini ortadan kaldıran bir madde” üretmesini istemesiyle başlar.
Fiziksel kimya profesörü Ned Brainard, bilimsel deneyleri ile ünlüdür ve rutin laboratuvar patlamalarının birinde yanlışlıkla uçan bir lastik üretir. Bu maddeye “Flubber” adı verilecektir ve kötü iş adamının eline geçmesini engelleyebilecek midir? The Absent-Minded Professor efektlerin doğal durması için siyah beyaz çekilmiştir. Eğlenceli bir hikâye, yaratıcı kamera çekimleri, inandırıcı efektler ve esprili dili ile tüm yaş seviyelerine hitap eden yapım, ailecek izlenebilecekler arasında.
The Adventures of Buckaroo Banzai Across the 8th Dimension (1984)
Beyin cerrahı, fizikçi, rock yıldızı, kahraman… Hepsi birbirinden farklı dört kişiden bahsetmiyoruz, hepsi tek bir kişi: Buckaroo Banzai! 80’lerin gerçek bir Rönesans adamı olarak karşımıza çıkan Banzai, ekibi Hong Kong Cavaliers’ın yardımıyla dünyayı kurtarmaya hazır! Dünyayı kimlerden ya da neyden mi koruyacak? Tabii ki de kendisinin yol açtığı bir felaketten!
Akıl hocası Hikita ile kişinin katı maddeden geçişini sağlayan “boyut aracı”nı mükemmelleştirdikten sonra jet aracıyla test etmek ister ve dönüşte ona beklenmedik bir misafir eşlik etmektedir: 8. boyuttan saf kötülükle donatılmış kırmızı lektorid’ler! Ve tabii ki tek bir amaçları vardır: Dünyayı ele geçirmek.
Evolution (2001)
Evolution, Don Jakoby’nin hikâyesine dayanır. David Diamond ve David Weissman tarafından senaryolaştırılan hikâye, filmin yönetmeni Reitman’ın eline geçene kadar aslında korku bilimkurgu idi, sonrasında ise olanlar oldu; korkunun içine büyük ölçüde komedi girdi. Film, Alienators: Evolution Continues isimli kısa bir animasyon serisine de uyarlandı.
Gelelim filmin konusuna: Üzerinde uzaylılara ait canlı dokular barındıran bir meteor New Meksiko Çölü’ne düşer. Düştüğü yer stajyer itfaiyeci Wayne Gray’in aracıdır! Bir profesör, bir yer bilim uzmanı, bir itfaiyeci ve hükümet destekli bir bilim insanından oluşan komite, dünya dışı tek hücreli azot bazlı bu organizmaların milyonlarca yıllık evrimi sadece birkaç saat içerisinde geçirdiklerini öğrendiklerinde dünyayı bu tehlikeye karşı koruyabilecekler midir?