Yamyamlık, modern insanın vicdanında yarattığı yıkımın yanı sıra korku, iğrenme ve bulantı gibi olumsuz etkileri tetikleyen tabulardan biri. Bazı aşırı durum ve koşulların etkisiyle zaman zaman yamyamlığa yönelen birey ve gruplar olsa da, inşa ettiğimiz uygarlık içerisinde “olağan” karşılanmadığı bir gerçek. Ancak özündeki bu şok edicilik yüzünden, yamyamlığın öteden beri korku ve gerilim filmlerinde sıklıkla kullanıldığını görüyoruz. Öyle ki Cannibal Holocaust, Hannibal, The Hills Have Eyes gibi üzerimizde iz bırakan birçok unutulmaz yapımın ardında yatan şey biraz da bu.
Elbette bu yadırgatıcı doğası, yamyamlığın zaman zaman bilimkurgu yapımlarında da karşımıza çıkmasına neden oluyor. Yamyam mutantlar, geleceğin insan etine susamış vahşileri ya da çaresizliğin pençesinde kıvranan toplumlar… İşte yamyamlık temalı 10 bilimkurgu filmi karşınızda.
Not: Kısmen spoiler barındıran bu listede zombi filmlerine yer verilmemiştir.
Pandorum
“Dünyanın sonundan korkma, onun nasıl gerçekleşeceğinden kork!”
2153 yılında dünya nüfusu 24.34 milyara ulaşmış, çok geçmeden de sınırlı kaynaklar için acımasız savaşlar patlak vermiştir. Hayatta kalmayı başaran 60 bin insan, kendilerini derin uykuya yatırarak Dünya benzeri bir gezegen olan Tanis’i kolonileştirmek için 123 yıllık bir yolculuğa atılır. Ancak derin uykudaki gemi mürettebatından birkaçı sıra dışı bir şekilde uyanacak ve gemide kendilerini avlayan birtakım yaratıkların cirit attığını fark edecektir.
Yönetmenliğini Christian Alvart’ın üstlendiği bilimkurgu/korku türündeki filmin oyuncu kadrosunda Dennis Quaid, Ben Foster, Antje Traue gibi isimler bulunuyor. Travis Milloy tarafından 90’ların sonlarında kaleme alınmış bir ön senaryoya dayanan yapım, özellikle klostrofobik ve sürpriz sonlu filmlerden hoşlananları cezbedebilecek nitelikte.
El hoyo
Her katta bir hücre, her hücrede de iki kişinin olduğu dikey bir hapishane hayal edin. Kahramanımız Goreng, sigarayı bırakmak ve kitap okumak için gönüllü bir anlaşma ile girdiği bu tuhaf yapının 48. katında gözlerini açtığında başına geleceklerden habersizdir. Her gün yukarıdan aşağıya inen ve tüm hücrelerde sadece iki dakika duran yemek platformu, burada kapana kısılmış insanlar için ölümle yaşam arasındaki yegâne şeydir. Üst kattakiler yiyecekleri ele geçirmek için zamana karşı yarışırken, alt kattakiler ise açlık ve vahşetle boğuşmak zorundadır.
Uluslararası piyasaya The Platform adıyla çıkan filmin yönetmen koltuğunda Galder Gaztelu-Urrutia oturuyor. Metaforik anlatısı ve alt metin zenginliğiyle dikkat çeken yapım, özünde insan doğasına atılmış sarsıcı bir bakış niteliğinde.
In the Year 2889
Nükleer savaş sonrası bir grup insan, Dallas’taki küçük bir alanda mahsur kalır. İnsan nüfusunun büyük oranda ortadan kalktığı yetmezmiş gibi, radyasyon seviyesi de her geçen gün yükselmekte ve hayatta kalanları tehdit etmektedir. Üstelik tek korkuları bu da değildir; dışarıda onları avlamaya çalışan mutant yamyamlar kol gezmektedir…Artık kendilerini hem dışarıdaki dehşetten hem de birbirlerinden korumak zorundadırlar..
Larry Buchanan’ın yönettiği 1969 çıkışlı film, sadece savaşın vahşetini göstermekle kalmıyor, kendi içimizdeki vahşeti de gözler önüne seriyor.
Snowpiercer
“Le Transperceneige” isimli çizgi romanın uyarlaması olan Snowpiercer (Kar Küreyici), özünde dünya üzerindeki ekosistemi anlatan bir yapım. Küresel ısınmanın zararlarını önlemek için atmosfere CW7 adı verilen bir gaz salınır. Ancak işler yolunda gitmez ve Dünya tam anlamıyla bir buz gezegenine dönüşür. Bu ölümcül felaketten kurtulmayı başaran küçük bir grup insan ise Wilford’un yaptığı yaşam trenine sığınır. Dünyanın etrafında hiç durmamacasına ilerleyen bir trendir bu. Ne var ki trenin ihtiyaçlarını karşılamak üzere arka vagona hapsedilmiş olan halk için yaşam koşulları her geçen gün zorlaşmakta ve birilerinin bu eğreti düzene dur deme vakti yaklaşmaktadır. Böylece 17 yıllık esarete isyan eden Curtis önderliğinde amansız bir var olma savaşı başlar.
Günümüzün toplumsal bölünmüşlüğünü çok canlı bir şekilde ele alan filmde, sınıflar bir trenin vagonları şeklinde resmediliyor. Trenin kirli arka tarafına sıkıştırılmış fakir işçi sınıfı, elit tabakayı lüks içinde yaşatmak için ölümüne çalışıyor. Kısacası film, tren ve vagon metaforlarıyla içinde yaşadığımız hayata dair çarpıcı bir manzara sunuyor.
Delicatessen
Savaş sonrası Fransa’sında geçen filmde, korkudan dışarı adım atamayan insanlar yaşadıkları apartmanlara sıkışmış durumdadır. Haliyle yiyecek çok az ve değerlidir. En değerli şeyse insan etidir. Eski sirk soytarısı Louison, apartmanın yeni kiracısı olarak taşınır. Alt kattaki kasap başta olmak üzere herkesin gözü Louison’un üzerindedir. Louison ise kasabın güzel kızı Julie’ye aşık olmuştur. Julie, diğer kiracıların başına gelen makûs kaderden Louison’u korumaya çalışacaktır.
Marc Caro ve Jean-Pierre Jeunet’in birlikte yönettiği Delicatessen, post-apokaliptik zamanlarda geçen eğlenceli bir kara mizah örneği.
Embrión
Kevin ve kız arkadaşı Evelyn, Snowdevil Dağları’nda kamp kurmaya karar verir. Ancak uzaylılar tarafından kaçırılan ve hamile bırakılan Evelyn’in içindeki cenin hızlıca büyümeye başladığında işler çığrından çıkar. Çünkü Evelyn’ın artan iştahı sadece insan etiyle tatmin olmaktadır. Artık yavaş yavaş Evelyn’in vücudunu ele geçiren embriyoyu çıkarmak için büyük bir şehre gitmekten ve yardım istemekten başka şansları yoktur.
Yönetmen Patricio Valladares’in başta bir televizyon dizisi olarak başladığı proje, COVID-19 ve bütçe sorunları yüzünden sinema filmine dönüştürüldü. Bazı muhteşem doğa manzaraları arasında çekilen film, çoğunlukla video kamera görüntülerinden oluşuyor ve ana hikâye etrafında ilerleyen kesitli bir anlatı sunuyor.
Serenity
“O bir başyapıt, o bir kült! Keşke hiç bitmeseydi” dediğimiz efsanevi dizi Firefly‘ın devam filmi olan Serenity, bir yandan erken iptalin doğurduğu hüznü dağıtırken bir yandan da hikâyeyi devam ettiriyor. Firefly’ın yaratıcısı Josh Whedon, yapıma başka bir platformda dizi olarak devam etmektense bir film yapmayı yeğledi ve böylece 2005 yılında Serenity filmi ortaya çıktı.
Çince ve İngilizcenin birlikte kullanıldığı bir gelecekte, üzerinde gerçekleştirilen deneyler sonrası hem suikastçı hem de psişik olan River, ekibimizi hayal bile edemeyeceği bir serüvenin kucağına itiyor. Firefly dizisindeki orijinal oyuncu kadrosu bu filmde de korunuyor. Diziyi sevdiyseniz filmi kaçırmamanız yararınıza olur.
C.H.U.D.
New York sokaklarında yaşanan bir dizi tuhaf kaybolma olayının ardından gözler yer altına çevrilir. Çünkü lağımlarda bir şeyler vardır; merhametsiz, tehlikeli, insan etine aç bir şeyler…Radyoaktif ve kimyasal atıkların etkisiyle mutant yamyamlara dönüşen insanlar, şimdi bir bir evsizleri avlamakta ve kente dehşet saçmaktadır.
Yönetmenliğini Douglas Cheek’in üstlendiği film, adını “Cannibalistic Humanoid Underground Dwellers”in baş harflerinden alıyor ve bizleri yaşadığımız kentlerin altındaki habis mekânlara doğru tekinsiz bir yolcuğa çıkarıyor.
Cloud Atlas
Ölüm sırasını bekleyen genetiğiyle oynanmış bir garson, Reagan iktidarında yaşayan asil ruhlu bir gazeteci, bilim ve medeniyetin olumsuzluklarına tanıklık etmiş genç bir adalı, 1850’de Pasifik Okyanusu’nu geçen bir seyyah, Belçika’daki savaşlar sırasında maddi zorluklarla yaşamaya çalışan suskun bir besteci ve alacaklılarından kaçan bir yayınevi müdürü tarihsel ve mekânsal sınırları aşan bir şekilde bir araya gelirse ne olur?
David Mitchell’in aynı isimli romanından uyarlanan film, sıra dışı zamansal sıçramalar eşliğinde altı katmanlı bir hikâye ortaya koyuyor. Alman-Amerikan ortak yapım filmin yönetmen koltuğunda ise Wachowski Kardeşler ile Tom Tkywer oturuyor. Tom Hanks, Halle Berry gibi ünlü oyuncuların performansıyla farklı hayatların birbirlerini zincirleme etkileyişine tanık olacaksınız.
Soylent Green
Geldik temanın belki de en meşhur filmine… Takvimler 2022’yi gösterirken manzara hiç de iç açıcı değildir. Nüfus korkunç bir hızla artmış, kaynaklar tükenmenin eşiğine gelmiştir. Kıtlık ve dolayısıyla sefalet her yerdedir. Doğa yok olmuş, zengin-fakir arasındaki uçurum iyice açılmış, günümüzün zahmetsizce bulunabilen sıradan gıdaları bile lükse dönüşmüştür. Elbette bu radikal koşullar, radikal çözüm ve yönetimler de doğurmuştur. İnsanların besin ihtiyacı, Soylent Corporation tarafından üretilen yüksek enerjili ve de şaibeli yeşil bir külçedir. Kahramanımız Dedektif Thorn, işte böyle bir dünyada işini yapmaya çalışmakta ve bir cinayeti araştırmaktadır. Öldürülen zengin ve oldukça önemli biridir. Çok geçmeden Thorn, bunun aslında sıradan bir cinayet olmadığını anlayacak ve korkunç bir gerçeğin farkına varacaktır…
Harry Harrison‘ın 1966 tarihli Make Room! Make Room! (Yer Açın! Yer Açın!, Metis Yayınları) adlı romanından uyarlanan filmin yönetmen koltuğunda Richard Fleischer oturuyor. Oyuncu kadrosunda ise Charlton Heston, Edward G. Robinson, Leigh Taylor-Young gibi isimler var.