Işın Kılıcı, bilimkurgu tarihinin vazgeçilmez simgelerinden biri ve bilimkurguyla ilgilenen veya ilgilenmeyen herkesin gözdesidir. Her ne kadar bilimkurgu diye ansak da ne kadarı bilim ne kadarı kurgu tartışılır. Gelin bilimsel temeller altında Star Wars evreninin vazgeçilmez kurgusal enerji silahını daha yakından inceleyim.
Tarihine kısaca değinmek gerekirse, ışın kılıçları güç kılıcı (Forcesaber) adı verilen eski bir tür kılıçtan köken alırlar. Güç kılıcı, ilk olarak Rakata adındaki galaksinin ucra köşelerinde bilinmeyen bölgelerden gelen antik hümanoid/amfibyen canlı türü tarafından tasarlanmıştır. Bu tür, gezegenleri terraform’laştırmaktan ilkel hipersürücü motorlarına kadar birçok üst düzey teknolojinin sahibiydi. Bu yüzden aynı zamanda ”kurucular” olarak da bilinirler. Ardından Tython gezegeninde Jedi’ların ataları sayılan Je’daii konseyinden isimsiz bir Je’daii ustası tarafından ilk ışın kılıcı (First Blade) tasarlanır. Bildiğiniz bütün ışın kılıçları bu kılıçtan köken alan varyasyonlardır.
Standart kılıcın sapı 24-30 cm uzunluğunda, 1 kg ağırlığında metal silindirdir. Tabi bu uzunluk silah sahibinin kişisel ihtiyaçlarına göre değişebilir. Silah enerjisini Diatium güç kaynağı‘ndan alır. Buradan çıkan yüksek yoğunluklu enerji, birkaç odaklama lensi ve üreteçten geçerek kuvvetli plazmaya dönüşür. Silahın sapına yerleştirilen durağan güç izolatörü, herhangi bir enerji deşarjına karşı kılıç sahibini korur. Ancak sadece bu yetmez, yüksek ısınmaya karşı kılıcın bir nevi soğutucu jeneratörleri bulunması gerekir. Aksi halde kılıcın sapına dokunmak imkansız olurdu.
Bazen de bir güç ayarı topuzu yerleştirilerek kılıcın gücü ekstra arttırılabilir veya azaltılabilir. Ardından plazmanın, birkaç kristalden geçerek gücü, yoğunluğu ve rengi ayarlanır. Böylece stabil formunu almış olur. İdeal kristal sayısı 3 olsa da, 1 tanesi yeterlidir. Her ne kadar Star Wars evreninde stabil haline gelse de, ışın kılıcı bir tür elektromanyetik radyasyon bazlı plazma ürettiği için herhangi bir katı maddeyle stabil forma gelemez. Ta ki bir şey onun enerjisini yansıtana veya absorbe edene kadar. Kılıcın sapında bulunan kurgusal düzenleyiciler bu görevi görüyor. İstenilen bir uzunluğa kadar uzayan plazma, negatif alan oluşturan düzenleyicilerin engellemesiyle daha fazla uzayamıyor. Bu, pek mümkün gibi gözükmese de kullanılan herhangi bir bileşen bilinmediği için yorumsuz geçmek daha uygun. Belki de bir tutam karanlık madde, kılıcı stabil forma sokabilirdi ancak şimdiki bilgilerimiz ve teknolojimizle bunu gerçekleştirmek ışın kılıcının kendisinden daha abes bir deneme olurdu. Bu yüzden kılıcı açarken kendi ayak parmaklarınıza ve hava trafiğine dikkat etmeniz lazım.
Kılıç duelloları havalı gözükse bile, bu enerji formları başka bir enerji formuyla kesiştiğinde tepkime vermeden devam eder. Yani iki kılıç çarpıştığında birbirinin içinden geçer. Bu yüzden kurgusal bir güç alanı kondüktörü, bir süperkondüktör görevi görerek devrenin tekrarını sağlıyor. Bu sayede bir tür enerji alanı yaratıyor. Tıpkı bir elektromıknatıs görevi gören bobin gibi düşünebilirsiniz. Böylece diğer enerji formlarını engelleyebiliyor ve yansıtabiliyor. Fakat yine de bir eksik var. Çünkü plazma hüzmeleri ses çıkarmaz. Bir gaz gibi davranır. Bu yüzden efsanevi ”vuuuv, viijnn” sesleri tarihe karışabilir.
Işın kılıcı insan dokusuna temas ettiği an yüksek hasara ve tahribe neden oluyor. Fakat kesilen doku veya uzuvdan sonra hayati kan kaybı gerçekleşmez. Çünkü kılıç, dokuyu sadece kesmiyor aynı zamanda yakıyor. Bu sayede bir Bipolar Elektro Koter görevi gören kılıç, dokuyu keserken aynı zamanda damar uçlarını da yakarak birleştirir. Böylece kanama olmaz. Ayrıca Cortosis, Phrik, Mandalorian demiri ve Su gibi birkaç element ışın kılıçlarına karşı dayanıklıdır. Örneğin su altında ışın kılıcı, birkaç zincirleme reaksiyon sonucu kısa devre yapar; ancak yağmurda sadece kızgın bir ateş gibi davranır. Bu nedenle bazı su altı yaşam türleri, kendilerine su altında da çalışabilen özel ışın kılıçları tasarlamışlardır.
Sonuç olarak şimdilik böyle bir silah mümkün gözükmüyor. Fakat beyin fırtınası yapmaya devam edeceğiz. Arthur C. Clarke’ın dediği gibi, “gelişmiş bir teknoloji sihirden ayırt edilemez”. Kim bilir, kendisi küçük ama hedefleri büyük olan biz homo sapiens‘lerin aklına daha ne çılgınca fikirler gelecek?