Cyberpunk

Bilimkurgu Sinemasında Yemek Kültürü

Coğrafi, ekonomik ve ekolojik yapıya ve tarihsel sürece göre gelişim gösteren yemek kültürü, toplumların beslenme ve yaşam tarzlarını yansıtır. Coğrafi konum olarak zengin bir mutfağa sahip olan Türkiye’de Asya, Balkan ve Akdeniz yemeklerinin esintilerini bulabiliyoruz. Her bir toplumun kendi mutfağına sahip olması önemli bir zenginliktir. Yedinci sanatta da yemek kültürünün önemli bir yeri vardır. Eserlerde karakterlerin yemek masasına kuruldukları sahneler birer soluklanma ve empati kurulma anlarını temsil eder: Yüksek tempoda ilerleyen bir yapımın ritmi ara sıra düşürülmeli, seyircinin karakter(ler) ile özdeşleşebilmesi için sohbet ve fikir ayrılıklarının yaşanabileceği yemek masası gibi sahneler kullanılmalıdır; çünkü yemek masası sosyal bir platformdur.

Filmler çekildikleri ülkenin kültürünü yansıtırlar. Back to the Future Part 2’de (1989) yer alan “meşhur” pizza sahnesi, günümüz aile yapısını gözler önüne seren başarılı bir örnektir. Geleceğin Amerikan banliyösünde Marty McFly’ın (Michael J. Fox) işinden eve geldiği ve akabinde ailesiyle yemek yediği sahnede çocukları yemek masasına davet eden tek şey pizzadır. Marty’nin eşi Lorraine (Lea Thompson), minicik pizzayı mikrodalgaya atarken, Marty o gün iş yerinde yaşadıklarından bahseder. Marty’nin gevelediği sözler Lorraine’yi hiç ilgilendirmemektedir bile; çocuklar ise yalnızca pizzanın bir an önce pişmesini beklemektedir. Minicik pizza, mikrodalgada pişerken büyükçe bir hale gelir ve bir çırpıda tüketilir; ailenin birlikte yegane toplanabildiği yemek masasında bir paylaşımdan söz etmek mümkün değildir. Geçmişten gelen “genç” Lorraine ise o sırada, gelecekte yaşayacağı sıkıcı yaşama gizlice şahit olmaktadır. Gelecekteki aile yaşantısı “fast food” kültürü gibi niteliksizdir.

Back To The Future

Star Wars: Episode 4 – A New Hope‘da (1977) ise daha samimi bir ortamla karşılaşırız. Luke Skywalker, amcası Owen (Phil Brown) ve teyzesi Beru (Shelagh Fraser) ile birlikte mutlu mesut yaşamaktadır. Birlikte yemek yerlerken o gün neler yaşadıklarından, gelecekteki planlarından konuşurlar. Amcası ve teyzesi Luke’a öğütler vererek mutlu birer aile tablosu çizerler. Tabii öncesinde teyzesi Beru’nun hazırladığı yemek de dikkat çekicidir. Beyaz renklerin hakim olduğu mutfakta rezene, tekesakalı çiçeği, patlıcan ve kurutulmuş mantardan oluşan bir yemek hazırlar. Back to the Future örneğinden farklı olarak, A New Hope’da yapılan yemeğe karşı emek ve sevgi verilir.  Yemeğin yanında ise mavi renkli bir süt içerler. Bu sütü Star Wars: The Last Jedi‘de Luke’un (Mark Hamill) yaşadığı uzak bir gezegende, kendisinin çiftlikteki bir hayvandan bizzat sağıp içtiğine birebir şahit olmuştuk; yıllardır merak edilen mavi sütün kaynağı böylelikle yanıtlanmıştı. Filmlerde karşımıza çıkan “mutlu aileler”in genellikle yemeklerde organik besinleri tercih ettiğini görüyoruz. Birbirlerinin verdikleri emekleri aynı şekilde yemeklerine de yansıttıklarına tanık oluyoruz.

Blade Runner (1982), Ghost in The Shell (1995) ve Battle Angel Alita (1990-1995)  gibi siberpunk evrenleri konu edinen film, anime ve mangalarda yemek olarak “sokak yemeği kültürü“nün hakim olduğunu görüyoruz. Uzak Doğu ülkelerinde sokak yemeği kültürü çok eski tarihlere kadar dayanır. Çin, Tayland, Vietnam ve Kamboçya gibi ülkelerin dar ve orta gelir sınıfının evlerinin çoğunluğunda mutfak yoktur; yemek ihtiyaçlarını sokak yemekleriyle karşılarlar. Örnek olarak, Güney Tayland’da bir eve misafir olursanız yemeği dışarıda yiyeceksiniz demektir. Sokak yemeğinin ucuz oluşundan dolayı evlerde tencere kaynamaz. Japonya’nın adeta postmodern bir görüntüsünü sunan Blade Runner’da, Uzak Doğu kültürünün esintilerini şehrin sokaklarında yoğun olarak hissederiz. Bir taklit (Replikant) avcısı olan dedektif Rick Deckard (Harrison Ford), yemek olarak Uzak Doğu mutfağını tercih etmektedir; yapımın hemen başında onu bir sokak lokantasının önünde sırasını beklerken görürüz. Uzak Doğu kültürünün siberpunk evrenleri konu edinen yapımları etkilediğini ve bu kültürün yemeklerine de genişçe yer verildiğine tanık oluyoruz.

Blade Runner

Star Trek dünyasına dalmak istersek sofistike bir yemek kültürüyle karşılaşırız. Vahşilikleriyle ünlü olan Klingonlar; “Rokeg kan turtası“, “Pipius pençesi“, “Targ yüreği”  ve “yılan kurdu” gibi yemekleri severek yiyorlar. Çoğunluğu vejetaryen olan Vulcanlar, pek elleriyle yemek yemeyi sevmezler; insanlarla birlikte aynı masada yemek yemekten ve sohbet etmekten hoşlanırlar. Mantıklarıyla hareket eden ve duygularını ikinci plana atan Vulcanların vejetaryen ağırlıklı beslenmeleri, mantıksal yaşam tarzlarının bir yansıması gibidir. Star Trek evrenindeki insanlar, farklı ırkların mutfaklarına çoğunlukla açıklar. The Next Generation‘nın bir bölümünde Komutan William Riker (Jonathan Frakes), masasına dizilmiş Klingon yemeklerini, Kaptan Jean-Luc Pacard’ın (Patrick Stewart) önünde bir güzel midesine indiriyordu. Siberpunk evrende yemekler sokaklarda, Star Trek gibi “sert bilimkurgu“larda yemekler ise genellikle bir yemekhanede ya da restoranda ekip üyeleri ile birlikte yeniyor. Yemek masalarındaki ırksal çeşitlilik, kültürel anlamda zengin bir ortama ev sahipliği yapıyor.

Filmlere sahne olan yemek masası muhabbetleri, karakterleri birbirlerine yakınlaştırma görevi üstlenir ve izleyicinin de onlara karşı daha kolay empati kurmasına vesile olur. Quentin Tarantino’nun yazıp yönettiği Reservoir Dogs (1992), banka soyguncularının bir restoranda yaptıkları sohbetleri ile açılır. Birbirlerine kod isimleriyle hitap eden soyguncular, Madonna’nın Like a Virgin şarkısı ve bahşiş kültürü gibi, asıl konularının dışında sohbet etmektedirler. Kameranın çevrelerinde gezinirken beden dillerini ve konuşma stillerini inceleme fırsatını bulduğumuz için, karakterler hakkında birtakım çıkarımlara varabiliyorduk. Tarantino’nun, karakterlerini tanıtma amacıyla yaptığı bu başlangıç sekansı, sinema tarihinin de en iyi açılış sahnelerinden biridir. Reservoir Dogs, yazının konusu gereği bir bilimkurgu olmasa da, açılış sahnesi ile birçok türden yapıma ilham vermiştir.

Star Trek

Gerçek hayata dönersek, günümüzde halen bir yemek kültürü var ama iş giderek “yemek pornosu“na doğru kaymış durumda. Özellikle sosyal medyada, yakın çekimler eşliğinde ve sanki farklı anlamlar yüklenilmek istercesine gösterilen yemek görüntüleri, ister istemez yeni bir akım yarattı. Neredeyse her restoranın bir sosyal hesabı var ve her biri birbirine benzeyen videolar paylaşıyor. Özellikle ülkemizde restoran ve yemek kültürü adeta kitch bir hale gelmiş durumda. Bir et restoranında etimizi pala bıyıklı bir garson eşliğinde, alevli şovlar içinde yiyebiliyoruz. Dijital ortamda etrafımız, “ünlü” olmaya çalışan aşçı ve şefler ile çevrelenmiş durumda. Yemek tanıtımı yapacağım diye bir tabağa birden fazla çeşidi boca edip, ağzını da kameraya karşı kocaman açıp yemeye çalışmak tam da bir yemek pornosu örneğidir.

Yazar: Buğra Şendündar

1979 İstanbul doğumlu. Sinemaya olan ilgisi daha yedi yaşındayken dedesiyle sabahlara kadar film izlemekle başlar. Daha önce çeşitli mecralarda sinema üzerine makale ve eleştiriler kaleme aldı. Günümüzde, Bilimkurgu Kulübü'nde yazarlık serüvenine devam ediyor. Ona göre sinema, insanın kendini keşfetmesidir.

İlginizi Çekebilir

dark kapak

Dark’ın Mitolojik ve Ezoterik Şifreleri

Dark dizisinde mitolojiye, kutsal kitaplara ve ezoterizme pek çok atıf var. Ezoterizm denince ilk akla …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin