Star Trek, orijinal seriden bu yana hayranlarının hafızasına sadece hayali karakterler katmadı. O karakterlere hayat veren oyuncuları da izleyiciye sevdirdi. Öyle ki yolu bir şekilde Atılgan’la kesişmiş aktör ve aktrisler, dolu dolu geçen kariyerlerinde daha pek çok önemli işe imza atsalar da, en çok Star Trek’teki rolleriyle özdeşleştiler. 86 yıllık ömrüne, tiyatro sahnesine, beyazperdeye ve televizyona yayılmış birçok başarılı eser sığdıran Diana Muldaur da onlardan biri.
Diana Muldaur, 19 Ağustos 1938’te Brooklyn, New York’ta doğdu. New England’ın, -ileride Jaws filmine de sahne olacak- harika tabiatıyla ünlü Martha’s Vineyard adasında büyüdü. Lisede başladığı oyunculuğa üniversitede de devam etti. Tiyatroda adını duyurduktan sonra ilk kez 1965’te televizyona adım attı. Sevilen uzun soluklu yapım “L.A. Law” başta olmak üzere birçok dizide daimi ve konuk oyuncu olarak yer aldı. Burt Reynolds’la uyumlu ve aranan bir ikili oldular ve çok sayıda yapımda beraber rol aldılar. Birçok sinema filminde yardımcı oyuncu olarak boy gösterdi. Burt Lancaster, Charlton Heston, John Wayne gibi yıldızlarla çalıştı. Filmlerinden belki de en önemlisi, travma geçirmiş, hassas ve kırılgan anne rolünü oynadığı 1972 yapımı The Other kabul edilebilir. Thomas Tyron’ın aynı adlı romanından uyarlanan, Robert Mulligan’ın yönettiği bu kült korku-psikolojik gerilim filmi, The Exorcist ve Rosemary’nin Bebeği’yle birlikte o döneme damgasını vurmuştur. Filmin başrolündeki bir diğer usta oyuncu Uta Hagen’le beraber Muldaur, unutulmaz, mükemmel bir performans sergilemiş ve filmi bu denli güzel kılan etkenlerden biri olmuştur.
Diana Muldaur, her yönüyle farklı bir oyuncu olduğunu özel hayatı ve duruşuyla da gösterdi. Academy of Television Arts & Sciences’ın ilk kadın başkanı oldu. Oynadığı ilk dizi olan The Secret Storm’daki rol arkadaşı James Vickery ile aktörün 1979’daki ölümüne değin evli kaldı. İkinci eşi yapımcı Robert Dozier’i ise 2012’de kaybetti. İleri yaşlarında ekranda daha iyi görünmek için birtakım estetik müdahaleler geçirme kararıyla karşı karşıya kaldığında “Birileri olduğu yaşta görünmeli” diyerek bu yola hiç girmedi. Şöhretten hiç hoşlanmadı. Kendi zamanı için kadına biçilen cinsiyetçi rollerin dışında şeylerle ilgilenen “ilginç kadınları” oynamayı sevdiğini ve kariyer adımlarını buna göre belirlediğini ifade etti.
Birkaç istisna dışında da hep güçlü kadınları canlandırmayı yeğledi. Bir doğa bilimciyi oynadığı NBC dizisi Born Free’nin çekimleri sırasında iki yılını Kenya’da, sazdan bir kulübede ve günde 18 saat dişi bir aslanla haşır neşir olarak geçiren oyuncu tam bir hayvanseverdir. “Sanırım hayvanlara insanlardan daha çok güveniyorum. Duygularında dürüstler, aldatmayı bilmiyorlar. Sizden hoşlanmıyorlarsa bunu belli ediyorlar,” diyen Muldaur büyüdüğü ve şu anda da yaşadığı yer olan Martha’s Vineyard’daki hayvan barınağının kurucularından ve gönüllülerinden biridir.
Diana Muldaur’un Star Trek’teki ilk rolü orijinal serinin 2. Sezon 20. bölümü olan Return of the Tomorrow’dadır. Oyuncu burada Teğmen Ann Mulhall karakterini canlandırmıştır. Bu bölümde Atılgan mürettebatı, ölü bir gezegenden gelen yardım çağrısı neticesinde kadim, aşırı gelişmiş ve telepatik bir türle karşılaşır. Liderleri Sargon olan uzaylıların türlerinden geriye sadece üç kişi kalmıştır: Sargon, karısı Thalassa ve eski düşmanı Henoch. Ama bedenleri yaşanan savaşlardan kurtulamamıştır. Gezegenleri yaşanmaz hâle gelmeden önce bilinçlerini birer küreye aktarmışlardır. Teknolojik anlamda çok ileri seviyede oldukları için bilinçlerine Android konaklar yapabilecek bilgiye ve birikime sahiptirler. Ancak bu daimi bedenlerini kendi elleriyle inşa etmeleri gerektiğinden geçici bir süreliğine insan bedenini kullanmak zorunda olduklarını söylerler. Bunun için de bilinçlerini Kaptan Kirk, Mr. Spock ve Teğmen Ann Muhall’in bedenlerine transfer etmek isterler.
Doktor McCoy tehlikelerini düşünerek bu fikre sıcak bakmaz. Ama bilim adına her tecrübeye açık olan Ann Muhall ve Mr. Spock, bedenlerinin ele geçirilmesine onay verir. Kaptan da bu kadim uzaylılara ait teknolojinin çığır açıcı olduğunu düşünerek anlaşmayı kabul eder. Elbette hikâye daha yeni başlıyordur. Return of the Tomorrow, şu yazımızda ayrıntılı bahsettiğimiz üzere insanlığın ve Star Trek evreninde karşılaşılan diğer bütün uzaylı türlerinin tek ve ortak bir atadan evrimleştiği savını ortaya atan bölümlerdendir.
Oyuncuyla klasik seride diğer karşılaşmamız 3. sezonun 5. bölümü olan “Is There in Truth no Beauty”de. Bu bölümde Medusalılar’ın büyükelçisi Kollos’u memleketine geri götürmek üzere ona refakat eden Doktor Miranda Jones karakterini canlandırır. Medusalılar isimlerinin de ipucu vereceği üzere insan gözüyle bakılmaması gereken bir uzaylı türüdür. İnsan zihni buna dayanamaz ve delilikle sonuçlanır. Vulcanlılar ise bir çeşit koruyucu gözlükle bakabilir, onları insanları etkilediği kadar şiddetli etkilemez. Miranda Jones telepat bir psikologdur, yani Kollos’la bir şekilde bağ kurmuştur ve ondan etkilenmemeyi başarmıştır. Dizide Medusalıların bu olumsuz etkileme gücü “çirkinlik” olarak adlandırılır.
Doktor Miranda Jones, Star Trek tarihinde çok özel yeri olan farklı ve imza gibi karakterlerden biridir. Diziyi ve evreni hepimiz çok sevsek de, Star Trek orijinal serinin kadınlara bakışı ve yer verişi her zaman biraz garip olmuştur. Sadece Teğmen Uhura’nın varlığı bile çok büyük bir adım ve devrimken, ne yazık ki yerine daha hafif bir tabir kullanamayacağımız cinsiyetçilik yer yer azalıp çoğalarak dizi boyunca kendini hissettirmiştir. Bunu kadınların giysilerinden, uzmanlıkları, yetenekleri, kültür ve kapasiteleri ne kadar üstün olsa da duygusal, yönlendirilebilir ve zayıf tasvir edilmelerinden, bazen karakterlere umutsuzca bağlanmalarından görebiliyoruz. The Next Generation’da da her ne kadar mini etekle kaptana kahve getiren yazıcılar, ikinci kaptana yöresel Vulcan çorbası yapan hemşireler olmasa da bunun biraz daha modern versiyonuna yine şahit oluyoruz.
Diana Muldaur’un hayat verdiği Doktor Miranda Jones karakteri ise belki de Star Trek’in gelmiş geçmiş en güçlü ve ne istediğini bilen, lafını esirgemeyen, kendini olduğundan az göstermeyen ve çatışmaya girmekten çekinmeyen kadın karakteridir. Aksi görüş belirtmekte tereddüt etmez ve aşağı çekilmesine fırsat; moralinin bozulmasına izin vermez. Güzellik tanımının başlı başına kendisine meydan okur, o kilit “Bir şeyin güzel olması iyi olmasının garantisi midir?” sorusunu sorar, insanlığın önyargılarını yüzüne vurur. Yemek masasında etrafı erkeklerle sarılmışken tek başına bir ordu gibi hepsinin hakkından gelir, cevaplarını zarif ama gayet keskince verir.
Bu kez de bölümde yer alan bir diğer karakterin aşkına karşılık vermediği için o karakter tarafından yeterince kadın olamamakla itham edilir. Öyle ya, kadın dediğin bu kadar dişli, güçlü ve yetenekli olursa kadınlığı eksilmiş, erkekleşmiştir. Güç yetiremediğinde alay etmeye çalışır. Ama Doktor yine profesyonelliğini konuşturur ve küçümseyecek gibi görünse de yine de olgun davranıp yatıştırma yoluna gider. Ama Miranda Jones’un kusuru da hırsı ve mesleki kıskançlığıdır. Karakter olarak çok benzeştikleri Mr. Spock’ı telepatlık konusunda üstlendiği bu diplomatik göreve talip ve kendi işine bir tehdit olarak görür. Ve bu konuda kendi zaafını yenmesi ve tekamülü de bölüm boyunca adım adım gerçekleşir.
Klasik serinin bu iki güçlü bölümünden sonra Diana Muldaur ve Gene Roddenbery’nin hukuku bitmez. Roddenberry bu kez de 1974’te çektiği Planet Earth filminde başrolü oynaması için Diana Muldaur’a teklif götürür. Bu post-apokaliptik film, 2133 yılının nükleer savaş sonucu harap olmuş Dünya’sında geçer. Bir yandan Dünya’ya tekrar barış getirmeye çalışan bilim insanları varken, öte yanda fütüristik bir Amazon gücü olan Ruth Konfederasyonu vardır. Diana Muldaur, işte bu kadınların egemenliğini tesis etmiş ve erkekleri köleleştirmiş Ruth Konfederasyonu’nun lideri Marg’dır. Film çekilmiş, onu izleyen yıllarda Muldaur ve Roddenberry hiç görüşmemiştir.
1988’de Roddenberry, Muldaur’a bu kez Star Trek The Next Generation’da Atılgan’ın doktoru ve baştabibi olması teklifiyle gider. Star Trek’in kalbinde her zaman ayrı bir yeri olduğunu sürekli dile getiren Muldaur ise kabul eder. TNG’ın ilk sezonunda Doktor Beverly Crusher’ı oynayan Gates McFadden, prodüktörlerden Maurice Hurley’le anlaşmazlıklar yaşadığı için diziden ayrılmıştır. Ve yerine Doktor Katherine Pulaski olarak Diana Muldaur gelmiştir. Muldaur’un önceki rolleri gibi bu karakter de çok farklı ve özeldir. Hatta daha role başlamadan önce Muldaur farkını ortaya koyar. Roddenberry doktor için farklı bir isim yazmıştır ama Muldaur bu ismi güzel bulmayarak Katherine ismini önerir, Roddenberry de direkt kabul eder.
Katherine Pulaski’nin özellikle Kaptan Picard’la olan ilişkileri, bir anlamda Kaptan Kirk ve Leonard McCoy arasındaki zıtlaşarak anlaşma hâlini andırır. Doktor Pulaski kaptanın suyuna gitmez, doğrularından ödün vermez, tartışmaya girmekten çekinmez, vicdanının ve meslek etiğinin mecbur kıldığı şeyleri yapmaktan vazgeçmez. Data’yı başta bir makine olarak görüp duyarsız davransa da zaman geçtikçe onun insani tarafını da kabul eder ve sever. İşinde çok üst mertebede olduğu gibi insani yönden de güçlü ve dürüsttür. Federasyon’un katı kurallarına cesurca ve ısrarla itiraz edebilir. Picard’la ikisi iki inatçı keçi gibidir, ama illa ki bir orta yol bulunur. Ne yazık ki yine birtakım anlaşmazlıklar yaşanır ve Muldaur, tam da karakterine yakışan şekilde sezonu layıkıyla bitirdikten sonra diziden ayrılır. Daha sonra 3. sezon için Patrick Stewart’ın girişimleriyle Gates McFadden geri getirilir.
Muldaur, Star Trek deneyimlerinin büyüleyici olduğunu söyleyerek bu evrene dâhil olmaktan ne derece mutluluk duyduğunu sıklıkla ifade eder. Özellikle Is There in Truth no Beauty bölümü çekilirken çok keyif aldığını, senaryonun çekimler boyunca sürekli istişarelerle değiştiğini, tiyatro kökenli bir oyuncu olduğu için bu doğaçlamaya dönüşen durumu çok eğlenceli bulduğu dile getirir.
“Oyunculuğa âşığım. Oynadığım her insanda iyilik ve insancıllık bulup izleyiciye sunmayı çok sevdim. Yere yıkılıp sızmış bir sarhoşu bile oynasam güzel yanını bulup gösterebilmeliydim. Tüm Star Trek karakterleri bana muhteşem şekilde uyuyor, insan olmasalar bile.”
(Data’yı sevdiğini söylemiştik…)
Diana Muldaur uzun ve başarılı kariyerinde Star Trek’in ayrı bir yeri olduğunu her fırsatta vurguluyor. TNG’deki deneyimi için bir miktar hayal kırıklığına uğradığını, umduğu gibi olmadığını, beklediği yaratıcılığı göremediğini, duymak istediği heyecanı bulamadığını söylüyor. AMA ekliyor: “Star Trek’in bile bana veremediğini Trekkieler verdi. Onları çok seviyorum, benim için çok değerliler.”
Biz de seni çok seviyoruz Diana Muldaur, bizim için çok değerlisin.