“Motosiklette bir kafes yoktur. Her şeyle doğrudan temastasınızdır. Artık, izlemekten öte, sahnedesinizdir; bunu kuvvetle hissedersiniz. Ayağınızın on santim altında vızıldayan asfalt gerçektir, her zaman üzerinde yürüdüğünüz şeydir, oradadır; öyle flulaşır ki gözünüzü üzerinde odaklayamazsınız, ama istediğiniz an ayağınızı aşağı indirip dokunabilirsiniz ve dolaysız bilinciniz hiçbir şeyi, hiçbir yaşantıyı kaçırmaz.” – Robert M. Pirsig, Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı
Gregory David Roberts, meşhur hatıratı Shantaram’da motor sürmeyi “hızın en şiirsel halini tecrübe etmek” olarak tanımlar. Robert M. Pirsig’in de belirttiği üzere motor sürerken her şeyle doğrudan temastasınızdır. Gerçeküstü bir deneyimdir bu. Belki uzaya giden astronotların ya da çeşit çeşit psikoaktif maddeyle kendi zihninde kaybolan hippilerin deneyimleyebileceği türden bir şey. Motosiklette kafes yoktur. Egzoz sesiyle asfaltı inletir, yüzünüzde rüzgârı hissederken tüm sınırlar kaldırılmış gibidir. İşte bu nedenle motosiklet kültürü özgürlük arayışıyla özdeşleştirilmiştir.
Günümüzdeki motorcu kültürünün kökenlerini Amerikan İkinci Dünya Savaşı gazilerine dayandırabiliriz. Popüler anlatıya göre savaştan dönen genç adamlar topluma uyum sağlamakta zorlanmış, orduda kullandıkları ve ateşkesten sonra satışa çıkarılmış Harley Davidson’larını satın alıp motor kulüpleri oluşturmuşlardır. Böylece askeriyedeki düzenlerini ve kardeşliklerini sürdürebilmişlerdir; deri yelekler yeni üniformaları olmuştur. Motor kulüplerinin askeri disiplini, ilk bakışta özgürlük arayışıyla bağdaşmıyor gibi görünebilir, ancak aslında yapılan şey toplumun dayattığı kuralları reddedip kendi raconuna göre yaşamaktır. Kulüpçülerin pek çoğunun taşıdığı %1 yamasının anlamı budur. (1)
Kıyamet sonrası bilimkurgusunun ana temalarından birisi devletlerin, hatta cemiyet kavramının sınırlandırmalarından kurtulan insanların nasıl yaşayacağıdır. Bunun motosikletlerin yarattığı özgürlük duygusunu, kulüplerin dayatmaları reddedip kendi kurallarını koymasını hatırlatması normal. Post-apokaliptik kurguda motor kültürünün sıklıkla işlenmesinin temel nedeni budur. Ayrıca yazarlar normların ortadan kalktığı kıyamet sonrası dünyaları havalı şeylerle doldurmayı, delidolu punk estetiği kullanmayı severler. Popüler kültürde sert ve karizmatik görülen motorculuğun türde yer bulmasının bir yan sebebi de budur. Son olarak, motorlar epey pratik araçlardır ve az yakıt tüketirler. Dolayısıyla, post-apokaliptik evrenlere dâhil edilmeleri gayet mantıklıdır. Şimdi, birkaç popüler eser üzerinden motor kültürünü birlikte inceleyelim.
Akira
Anime-manga dünyasından bir örnekle başlıyoruz. Katsuhiro Otomo tarafından yaratılan seri, seksenli yılların en popüler işlerinden biri. 2019 yılındayız, Tokyo’nun Üçüncü Dünya Savaşı’nda yok edilmesinin üstünden otuz yıl geçmiş. Yeniden inşa edilen şehrin karanlık atmosferinde bir motor çetesinin maceralarına tanık oluyoruz.
Japonya’da bosozoku, yani hız kabileleri olarak bilinen motor çeteleri, Akira’nın kurgusal geleceğine özgü değil. Yetmişlerden beri ortalıkta olan bosozoku kültürü birkaç yönden Amerika’daki benzerlerinden ayrılıyor. Harley-Davidson ve Indian gibi ağır seyahat motorları tercih eden Amerikalıların aksine bosozokular spor motor tarzı Japon makinaları kullanıyor. Yaptıkları modifiyeler ve gösterişli kıyafetleri de deri ve siyah seven batılı motorculara göre çok daha renkli. Hızlı ve Öfkeli serisinden Tokyo Drift’i izlediyseniz, o film motorlardan ziyade arabalara odaklanıyor olmasına rağmen, bosozoku estetiğini kafanızda canlandırabilirsiniz.
Bosozoku kültüründen beslenen Akira, abartılı ve renkli modifiyeleri siberpunk esintili dünyasıyla başarıyla birleştirmiş ve Japonya başta olmak üzere medyada fütüristik motor tasarımlarının yaygınlaşmasını sağlamıştır. Özellikle JRPG türü oyunlarda bu tarz havalı, abartılı araçları sıklıkla görebilirsiniz. Ayrıca filmin popülerliğinden sonra gerçek bosozokular da motorlarını Akira’dakilere benzer görünecek şekilde modifiye etmeye başlamışlardır.
Dünyanın kalanının aksine Japonya’da motorculuk genç işi bir uğraş olarak görülüyor ve bosozoku çetelerinin çoğunu, Akira’daki gibi lise çağındaki çocuklar oluşturuyor. Genellikle ehliyetsiz araç sürmek, hız yapmak, kavga etmek gibi küçük suçlar işleseler de zaman zaman Japon mafyası yakuza tarafından da kullanıldıkları anlatılıyor. Zaten yaşça büyüyenler de ya tamamen bu dünyadan ayrılıp saygıdeğer işlere yöneliyor ya da yakuzaya katılıyor. Motorculuğun hissettirdikleri düşünülünce Japonya gibi baskıcı bir toplumda böyle bir alt kültürün oluşması şaşırtıcı değil. Bu çocuklar toplumun kurallarıyla aralarına mesafe koyabilmek için bu kadar farklı, abartılı giyiniyor; böyle davranıyor. İnsan merak etmeden edemiyor, acaba Japonya daha rahat bir toplum olsaydı bu gençlerin ne kadarı suça yönelirdi?
Bosozoku dünyasının derinlerine dalmak istiyorsanız otobiyografik bir manga olan Bakuon Rettou’yu okuyabilirsiniz Ustaca yazılmış eserde hem bu kültürün detaylarını hem de gençlerin neden o dünyaya çekildiğini, psikolojilerini inceleyebilirsiniz. Shonen denilen tarzda, yani daha aksiyon odaklı bir şey arıyorsanız son yılların en popüler animelerinden Tokyo Revengers’a da göz atabilirsiniz. Zaman yolculuğu temalı, heyecanlı ve duygusal bir öykü sunuyor.
Days Gone
Days Gone, herkes tarafından pek orijinal bir yapım olmadığı kabul edilmesine ve devam oyununun iptaline rağmen son yılların sevilen işlerinden biriydi. Çünkü arka planda Oregon dağları ve ormanlarının enfes manzarası varken medeniyetin çöktüğü bir dünyada chopper motorunuzu sürmek enfes bir deneyimdi. Kısaca söylemek gerekirse grafikleri, estetiği ve müzikleri oldukça başarılı olan eser, atmosferiyle öne çıkıyordu.
Zombi salgınından mustarip bir dünyada eski bir motorcuyu canlandırdığımız oyunun öyküsü fena değil. Genel kabul, bunun Sons of Anarchy ile The Walking Dead’in karışımı olduğu yönünde. Aslında, kıyametten sonra eski defterlerin açıldığı tam bir motorcu öyküsü takip etmek oldukça keyifli. Bir yandan da felaketin arka planını öğreniyor ve bununla mücadele ediyoruz. Oynanış olarak ise zombi sürülerinden kaçmak veya onları yönlendirmek, farklı motorlar sürüp modifiye etmek konsepti zenginleştiren mekanikler.
Oyunun en büyük esin kaynağı diyebileceğimiz The Walking Dead, aslında motor kültürüne uzak bir eser değil. Zaman zaman motorcu gruplarla karşılaşmamızın yanında serinin genel estetiği ve kıyafetlerde, özellikle de Negan gibi bazı karakterlerin tasarımlarında motor kültürünün etkisi açıkça görülüyor. Ancak dizide ana karakterlerimiz arasında bir motorcu var ki bahsetmeden geçemeyiz: Daryl Dixon. Aslında kaynak materyalde yani çizgi romanda olmayan bir kahraman Daryl. O kadar çok sevildi ki bir süre sonra ana karakterin yerini aldı, hatta kendi spin-off dizisi yayımlandı. Karakter, Norman Reedus’un oynaması için özel olarak hikayeye dâhil edildi. Çünkü oyuncu gerçek bir motor tutkunu, hatta dizide de bizzat modifiye ettiği kendi motorlarını sürüyor. Motor kültürünü seviyorsanız kendisinin sunduğu Ride With Norman Reedus programına mutlaka bir şans vermelisiniz.
Full Throttle
Sırada gerçek bir şaheser var. Çökmekte olan bir Amerika’da, eski usul bir motor çetesi liderini canlandırdığımız oyunda bir yandan asfaltta savaşırken bir yandan da politik komplolarla örülü bir ağda yolumuzu bulmaya çalışıyoruz. Her şey, ayakta kalmayı başaran son Amerikan motor şirketinin sahibiyle karşılaşmamız ve bize basit bir görev vermesiyle başlıyor. Bu şirketin Harley-Davidson’ı temsil ettiği ve piyasanın Japon motorlarına kaptırılmasından dem vurulduğu açık. Görevi kabul etmemizle hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı bir olaylar silsilesinin içine düşüyoruz.
1995 yılında LucasArts tarafından geliştirilen macera oyunu gerçekten devrimsel. Çizimleriyle ve atmosferiyle tarzını ortaya koyan eser, motorculuğun popüler kültüre yansımasında Wild One ve Easy Rider kadar önemli bir yerde duruyor. Daha da önemlisi, oynanış ve hikâye anlatıcılığını birleştirerek ortaya koyduğu interaktif öykü tarzıyla video oyunları dünyasında bir mihenk taşı.
Macera oyunları, aksiyondan ziyade hikâyeyi öne çıkarmasıyla diğerlerinden ayrılan bir tür. Örneğin point-and-clik oyunları, yani ekranda bir yerlere tıklayarak öyküyü keşfettiğiniz oyunlar bu türde önemli bir yer tutar. Full Throttle’ın da yarı yarıya bir point-and-click olduğunu söyleyebiliriz ancak son derece sürükleyici, bitirene kadar başından kalkamayacağınız bir oyun. Bizzat George Lucas tarafından kurulan ve ünlü yönetmenin Star Wars, Indiana Jones gibi evrenlerini başarıyla genişlettiği oyunlarla adını duyuran LucasArts, zaten birçok önemli macera oyunu ortaya koymuş ve bilgisayar oyunlarının bir hikâye anlatım aracı olarak görülmesine büyük katkıda bulunmuş bir marka. Disney’in Lucas Film’i satın almasıyla kapanan şirket, birkaç yıl önce faaliyetlerine yeniden başladı.
Full Throttle’ın modern bilgisayarlar için yenilenmiş grafiklerle yayımlanan remastered versiyonunu oynayarak yaklaşık beş saat süren bu macerayı siz de deneyimleyebilirsiniz. Bilimkurguseverlerin ve motor tutkunlarının kaçırmamasında fayda var.
Mad Max
Son yıllarda eski popülerliğini yeniden kazanan Mad Max serisi, post-apokaliptik türün en önemli temsilcisi kabul edilir ancak unutulmamalıdır ki ilk film kıyametten önce geçen bir motorcu filmidir. Oldukça ucuza mal edilen filmde Max’in savaştığı çeteyi gerçek bir yerel motor kulübünün üyeleri kendi araçlarıyla canlandırmıştır. Zaten acil serviste çalışan ve sık sık motor kazalarına müdahale eden George Miller, seriyi otoyolların bu vahşetinden esinlenerek yaratmıştır. Sonraki filmlerde de zaman zaman motorlar ve motorcularla karşılaşıyoruz. Özellikle Fury Road’da Tom Hardy’nin sürdüğü enfes modifiye edilmiş Yamaha R1 unutulmaz. (2)
Serinin özüne dönüşü, son film olan Furiosa ile oldu. Fury Road’da tanıştığımız Furiosa karakterinin çocukluğundan başlayan öncül yapım, ilk film gibi tam bir motorcu filmi. Hem Anya Taylor Joy’un başarıyla hayat verdiği Furiosa hem de ailesinin çeşit çeşit motorla çorak toprakları arşınladığını görüyoruz. Ancak öze dönüş dememizin asıl sebebi, antagonistin ilk filmdeki gibi bir motor çetesi olması. Artan bütçeyle birlikte buna motor ordusu desek yalan olmaz. Seri boyunca kullanılan motorların çoğu Kawasaki’nin KZ1000 modeli (3). Yine de, çetenin üç motorun çektiği savaş arabasıyla arzı endam eden komutanı Dementus, hisar kuşatmasındaki monoloğunda Bay Norton, Bay Harley ve Bay Davidson’ın da ekibinde olduğundan bahsederek popüler motosiklet markalarına göz kırpıyor. (4) Motor ordusunda gerçekten de bu isimde karakterler var, hatta biri kadın ancak Mad Max serisinin alametifarikası olarak arka planlarından söz edilmiyor. Bu tarz acayip karakterlere, boynuzlu motor kaskı takan ve aracının arkasına devasa bir pervane bağlayan Octaboss ile onun uçup kaçan motorcularını da dâhil edebiliriz. Serideki tüm yapımlarda kötüler bir sirk havasında olurdu ama motor ordusu sağ olsun öncül filmde bu olay arşa çıkmış, aşırı eğlenceli.
İlginç bir anekdot ekleyelim. Danimarka’da veri mühendisi olarak çalışan ve benim motorlara ilgimi bilen bir arkadaşımın, motorcularla kamyoncuların ebedi düşman olduğuna dair acayip bir teorisi vardı. Bunu desteklemek için motorların kamyonetlerin etrafını sarıp şoföre saldırdığı birkaç video göstermişti ama biz yalnızca gündelik olaylar olduğunu düşündük. Söylediğine göre bu kan davasının felsefi bir arka planı varmış. Aslında motor kültürü de insanların kamyonlara merakı da, romantizmin aydınlanmaya tepki olarak doğması gibi, trafiğe bir başkaldırıymış. Motorcular makinelerini küçülterek pratik ve hızlı olmak istemişler. Kamyonlar ise büyük araçlar oldukları için trafiği domine edebiliyormuş. Bu fikri pek ciddiye almamıştık. Sonra Furiosa geldi, motorcularla kamyoncuların çorak toprakların kaderi için savaşa tutuştuğu bir film… Belki de arkadaşımın teorisi o kadar da saçma değildir?
Son olarak, Mad Max serisinin gerçek hayatta da motor kültürünü etkilediğini söyleyelim. Çeşitli motor kulüplerine gittiğinizde Mad Max lakabını kullanan, deri ceketini filmdeki kıyafetlere benzeten, motorunu o evrenin renklerine boyayan kişilerle karşılaşıyorsunuz. Aslında gayet normal, sonuçta bu kültüre gönül vermek için birazcık da çılgın olmak gerek.
Bonus: Rat Bikes
Gerçek hayattan bir örnekle yazımızı sonlandıralım. Kurgusal bir eserden bahsetmiyoruz ama rat bike’lar kıyamet sonrası türüyle motorculuğun etkileşimine en güzel örnek. Bu kültür, Mad Max’ten esinlenerek ortaya çıkmış olmasına rağmen büyük bir fenomene dönüştüğü için kendi başına bir madde olarak ele alınmayı hak ediyordu.
Amerika’da ortaya çıkan rat bike, aslında chopper, bobber ya da cafe racer gibi bir modifiye kültürüdür. Ancak estetik güzelliğe önem veren bu tarzların aksine motor modifiye veya tamir edilirken görünüşe önem verilmez, tam tersi şekilde kıyamet sonrası bir hava yakalanmaya çalışır. Örneğin paslı parçalar takılır, borular rastgele alüminyum ambalajlarla kaplanarak tamir edilir, boya yapmak yerine kazıyarak desenler çizilir, depoda göçük varsa düzeltilmeyip üstüne kazanın tarihi yazılır…
Yurt dışında rat bike sevdalıları her yıl fuarlarda bir araya gelip birbirlerine araçlarını sergiliyorlar, ancak ülkemizde yok. Bunun muhtemel sebebi, motor fiyatlarının pahalılığı sebebiyle kimsenin böyle deneysel modifikasyonlara cesaret edememesi. Ancak Türkiye’deki modifiye CG kültürünü rat bike’ların buradaki izdüşümü olarak düşünebiliriz. Ucuz olması ve yasadışı akrobasiye uygun tasarımı sebebiyle memleketimizde epey popüler olan CG’ler genellikle benzer bir estetikle modifiye ediliyor. Aslında Honda’nın bir modeli olan CG, ülkemizde o kadar çok sevilmiş ki fabrikası ülkemize taşınmış. Hatta diğer Türk ve Çinli motor üreticileri de yine CG ismini kullanarak Türkiye’de aynı tasarımda araçlar üretip iç piyasaya satıyorlar. CG’nin artık bir Türk motoru hâline geldiğini söylemek yalan olmaz. (5) Yerli bir rat bike kültürü yaygınlaşacaksa elbette buradan gelişecektir.
Dipnotlar:
- %1 yamasının kökenine dair çeşitli rivayetler olsa da kesin bir bilgi yok. Tanıdığım motorcuların aşağı yukarı hepsinin bununla ilgili farklı bir hikayesi vardı ancak bütün anlatıların ortak teması, motorcuların seçilmiş bir azınlık olduğu ve kendi kaidelerine göre yaşadığıydı.
- Zaten Tom Hardy de Norman Reedus gibi motorlarla epey içli dışlı olan oyunculardan. Kendisini bu sene Bikeriders filminin başrollerinden biri olarak bir motor kulübü başkanını canlandırırken izledik. Norman’ın da aynı filmde oldukça eğlenceli bir rolü vardı. Bilimkurgu serilerinden dolayı gönlümüzde ayrı bir yeri olan Keanu Reeves ve Jason Momoa’yı da aynı ekibe dahil edebiliriz. Hatta motorlarını bizzat modifiye edip videolar çeken Momoa, Harley’in medya yüzü yapıldı. Kendisinin yazıp yönettiği Road to Paloma isminde epey keyifli bir motor filmi ve HBO Max için Reedus’unkine benzer formatta yaptığı On the Roam isimli güzel bir program bulunuyor.
- Bu motorların Mad Max filmleri için modifiye edilmiş halleri ülkemizde kendine has sesiyle meşhur olan ve pek sevilen klasik Jawa 250’lere görsel açıdan çok benziyor. Motorları gördükçe gözüm bir yerden ısırıyor diyorsanız sebebi budur.
- Popüler jön imajından kurtulması için burnuna yapılan makyaj onu Karadenizliye benzetse de Chris Hemsworth’un hakkını vermemiz lazım. O böylesine başarıyla canlandırmasa Dementus bu kadar eğlenceli bir karakter olmazdı.
- CG, bu fenomenin tarihteki tek örneği değil. Britanya’da tüfek fabrikalarında imal edilen Royal Enfield, adından başlayarak tam bir İngiliz markasıydı. Ancak motorun tasarımı Hindistan coğrafyasına o kadar uygundu ki orada çok çok daha popüler oldu. Fabrika o ülkeye taşındı ve artık Royal Enfield bir Hint motoru olarak biliniyor. Küreselleşme fenomenine harika bir örnek.