Kevin Costner… 18 Ocak 1955 Kaliforniya doğumlu oyuncu, yapımcı ve yönetmendir. Sıkı bir western hayranıdır. Kariyerindeki filmlerin ve dizilerin önemli bir bölümü western türündedir. Amerikan kültürünün her şeyine aşık bir adamdır. Hatta şu anda sinema uğraşısı dışında ‘Modern West‘ adlı bir country grubunun da gitar ve vokalidir.
Kimi yönetmenler vardır, Oscar aldıktan sonra tabiri caizse rahatlar ve artık ödüle değil kişisel tatmine ve anlatıya yönelik filmler çeker. Martin Scorsese buna iyi bir örnektir. Uzun yıllar beklediği Oscar’ı nihayet Departed filmiyle kazandıktan sonra bir ‘mindblowing’ filmi olan Shutter Island ve çocuksu bir dünyayı anlatan Hugo filmlerini çekmiştir. Kimi yönetmenler de Oscar aldıktan sonra “Bu formül tutuyor” düşüncesiyle kalıptan çıkmış gibi birbirine benzeyen filmler üretir. Buna da sanırız en iyi örnek olarak Kevin Costner gösterilebilir. Kariyerindeki ilk yönetmenlik denemesi olan 1990 tarihli Dances With The Wolves adlı (elbette ki) western filmi ile hem iyi yönetmen hem de en iyi film dallarında iki Oscar’ı da evine götürdükten sonra bu türde çalışmalara hız vermiştir. Dramatik western, aksiyon western, Avrupai western ve elbette bilimkurgu western tarzı çalışmalarda yapımcı, yönetmen veya oyuncu olarak bulunmuştur.
Yazımızın konusu olan iki bilimkurgu western filminin ikisinin de yapımcısı ve oyuncusu, ayrıca The Postman filminin yönetmenidir. Waterworld ise Kevin Costner’in adaşı ve yakın arkadaşı, usta yönetmen Kevin Reynolds tarafından yönetilmiş bir post-apokaliptik filmdir. Kutupların erimesi sonucu dünya sular altında kalmıştır. Hatta insanlar da yavaş yavaş suda yaşayabilecek şekilde evrimleşmiştir. Yapısı ve öykü matematiği itibariyle tam bir western filmidir. İnsanların at yerine tekneye bindiği, tabanca yerine zıpkınla ateş ettiği, ahşap evler yerine suda yüzen evlerden müteşekkil kasabaların ve hatta haydutların olduğu post-apokaliktik bir aqua-western filmi. Aslen yapım, düşük bütçeli bir video filmi olarak düşünülmüştür. Dönemin adeta patlayan post-apokaliptik klasiği Mad Max‘in sayısız klonundan biridir. Hatta filmin ilk senaristi Peter Rader’dır; kariyeri video ve TV filmleriyle doludur. Ne var ki proje bir şekilde Kevin Costner’in eline geçer ve önce senaristi değişir. Sonradan Riddick serisini bize kazandıracak olan David Twohy, senaryoyu iskeletini bozmadan bir daha yazar. Kevin Costner, daha önceden Robin Hood filminde birlikte çalıştığı Kevin Reynolds’u yönetmenlik koltuğuna oturtur.
Filmin başta yalnızca bir milyon dolar olan bütçesi, 1995 için rekor bir rakam olan 175 milyon dolara çıkarılır. Bütçenin ne kadar büyük olduğunu anlamak için şöyle bir örnek verilebilir: O yıl büyük Oscarları kazanacak olan Mel Gibson imzalı Braveheart‘ın bütçesi 72 milyon dolardır. Bu kadar yatırım yapan Kevin Costner’in amacı bellidir, patlama yaratacak bir filme imza atmak ve yeniden Oscar almak. Ne var ki film yalnızca 300 milyon dolarlık bir hasılat yapar ve ses dalı dışında Oscar adaylığı dahi alamaz. Filmin o en baştaki B-Film ruhu, dev bütçesi ve prodüksiyonuna rağmen her anında hissedilmektedir. Belki kötü bir film değildir ama insana sanki büyük bütçeli bir video film izliyormuş hissi verir. Yine de döneminde öyle çok kötü eleştiriler almaz. Yalnızca ‘gereksiz pahalı’ olduğu düşünülür. Hasılatı fena değildir. Daha sonradan video ve TV getirileriyle para da kazandırır. Hatta Amerika’da Waterworld temalı su parkları bile açılır. Kısacası film, kült olur.
Bu filmin görece başarısı üzerine olmalı ki, Kevin Costner post-Apokaliptik western fikrinden vazgeçmez. İki yıl sonra, bu kez daha western bir post-apokaliptik filmi ile çıkar izleyicinin karşısına: The Postman. David Brin‘in tabloid bir gazetede devamı yarın şeklinde yazılmış aynı adlı öyküsünden uyarlamadır. Senaryosunu, o yıl yazdığı bir başka senaryo olan L.A. Confidential ile senaryo dalında Oscar alacak olan Brian Helgeland ve bu filmden iki yıl önce yazdığı Forrest Gump senaryosu ile Oscar kazanan ve son Dune filminin senaristi Eric Roth birlikte yazar. Yönetmenlik koltuğunda Costner’in bizzat kendisi vardır. Kısacası, filme üç Oscarlı isim imza atmıştır. Bu kez ayakları yere daha sağlam basan ama yine yüksek denebilecek 80 milyon dolarlık bir bütçeyle çekimler yapılır. Western film ve dizilerinin bir başka kadrolusu Will Patton da filmin kötü adamıdır.
Üçüncü dünya savaşı sonucu adeta yeniden western yıllarını yaşayan bir adamın sığınacak çatı bulmak amacıyla gittiği kasabada postacı rolü yapması üzerine posta teşkilatının yeniden işler duruma gelmesi ve sonrasında da tüm sistemin işlemesi ile yeniden devlet yapısının kurulmasını anlatır. Her şeyiyle dört dörtlük olması gereken, tüm detayları ona göre düşünülmüş bir proje olmasına rağmen çok önemli iki handikap sonucunda film adeta çakılır. Birincisi, filmin amacı öyküsünü anlatmak değil, Kevin Costner’a yine ve yeniden Oscar kazandırmaktır ve ikincisi de filmin her sahnesine bulaşmış, en muhafazakar Amerikalıya bile yaka silktirecek abartılı ve hatta karikatürize milliyetçiliktir. Elbette gereksiz uzun sekansları, filme ve filmin ana öyküsüne hizmet etmeyen amaçsız yan öyküleri, bir yere bağlanmayan skeç tarzı küçük sekansları da filmi geriye götüren etmenlerdir. Waterworld için “para kazandırdı, çok eleştirilmedi” dense de, bu film hem yalnızca 13 milyon dolarlık hasılatıyla feci zarar eder hem de eleştirmenlerce yerden yere vurulur. En büyük ironi ise Costner’in yeniden en iyi film, senaryo ve yönetmen Oscarlarını hedeflemesine rağmen en kötü film, yönetmen ve senaryo dallarında Altın Ahududu kazanmasıdır. İlginç bir anekdot: Altın Ahududu kazanan Costner, Helgeland ve Roth törene birlikte gitmiş, en kötü ödüllerini almış ve birer teşekkür konuşması da yapmıştır.
Bugün pek çok otorite tarafından gelmiş geçmiş en iyi bilimkurgu filmi olarak gösterilen Blade Runner, kendi zamanında hiç beğenilmemiş ve gişede de batmıştır. Bazen filmlerin değeri sonradan anlaşılabilmektedir. The Postman da zamanında acımasızca eleştirilmesine rağmen günümüzde insanların ve sinema otoritelerinin daha hoşgörüyle yaklaştığı bir filmdir. Evet, eleştirilecek gırla yönü vardır ama yine de berbat denebilecek bir film değildir. IMDb puanı 6,1 ‘dir. İşte, tam bu puanlık bir filmdir. Vasat üstü denebilecek düzeydedir.
Hem Waterworld hem de The Postman için ortak olarak şu denebilir: Kevin Costner, bu filmleri yeniden Oscar almak için değil de öykü anlatmak için çekseydi, prodüksiyonlarını görkemli olmaları için değil de öyküyü anlatmaya yetecek kadar yapsaydı her ikisi de sinema tarihinde daha iyi yerlere sahip olabilirdi. Hatta belki kendisine üçüncü Oscarını da kazandırabilirdi.