Çip teknolojisinin gelişimiyle birlikte 70’lerin ikinci yarsından sonra evlere girmeye başlayan “kişisel bilgisayarlar” büyük bir devrim niteliğindeydi. Daha önce bankacılık, finans ve iş çevresi tarafından kullanılan bilgisayarlar, bir binanın tek bir katını kaplayacak büyüklükteydi. İşlemci güçlerinin oldukça düşük olması ve birden fazla işlemin aynı anda yapılması gerektiği için aynı anda birçok bilgisayarın birbirine bağlı olması gerekiyordu. Zaman içerisinde “merkezi işlem birimlerinin” ve “yonga setlerinin” küçülmesi sayesinde son kullanıcılar bu teknolojilere ulaşabilir hâle geldi. Özellikle 80’li yılların başlarında Apple ve Microsoft gibi iki yazılım/donanım devinin rekabeti en çok ev kullanıcısının işine yaradı. Steve Jobs’un 1984’te tüm dünyaya tanıttığı “Macintosh” fırtına gibi esti. Bütünleşik bir ekrana ve dâhili disket sürücüsüne sahip olan donanım, en popüler ev bilgisayarlarından biri olmayı başardı. Dolayısıyla programcı olma hevesinde olan gençlerin de önünü açtı. İki rakip firmanın donanımlarına özel çıkardığı kullanıcı dostu işletim sistemleri, bilgisayar kullanımını büyük oranda kolaylaştırdı.
Donanımların küçülmeye başlaması ve buna paralel olarak da hızlanmaları yapay zekâ çalışmalarını da beraberinde getirdi. 1950’de, Alan Turing’in Mind dergisinde yayımlanan “Computing Machinery and Intelligence” (Bilgi İşlem Makineleri ve Zekâ) makalesi, “Makineler düşünebilir mi?” sorunu ele alıyordu. Bir makinenin düşünebileceğinin mantıksal olarak mümkün olup olmadığını sorgulayan makale, bu kanıya bazı testler sonucunda varılabileceğini ileri sürüyordu. Sonrasında, Turing Testi olarak adlandırılan teknik yöntemde makine, sorgulayıcının görüş alanı dışında kalacak ve aldığı soruların cevaplarını klavye sistemi üzerinde verecekti. Eğer bir dizi hâlinde tekrarlanan sorulara tutarlı şekilde yanıt verebilirse testi geçecekti. Düşünen makine fikri ilk ortaya atıldığında bilim çevrelerine bilimkurgu olarak göründü, ancak günümüzdeki gelişmelerin ışığında “yapay zekâ” cep telefonlarımıza bile girmiş durumda. Her ne kadar kullandığımız teknoloji henüz “düşünebilme” aşamasına ulaşmasa da yakın gelecekte gerçekleşmesi imkânsız görünmüyor.

Son yıllarda Google, Microsoft, Apple, Amazon ve bazı varlıklı girişimcilerin yapay zekâ çalışmalarına büyük yatırım yapması, söz konusu teknolojiyi hayli ilerletti. Amazon, kişisel asistan Alexa’yı; Microsoft benzer görevi gören Cortana’yı; Apple sesli komut sistemi Siri’yi; Google ise doğrudan yapa zekâya erişim sağlayabilen Gemini’yi tanıttı. İçinde bulunduğumuz yılda ise kurguladığımız an ve hikâyeleri resimleyebilen ve hareketli görseller oluşturabilen uygulamalar ön planda. Daha iki sene önce emekleme aşamasında olan programlar, şimdi gerçekliğini ayırt edemeyeceğimiz resim ve video oluşturuyor. Dolayısıyla yakın gelecekte sinema sektörüne alternatif yeni bir endüstrinin oluşması hayli olası görünüyor.
Şu an sosyal medya platformlarında sayısız yapay zekâ ile oluşturulmuş içerik hesapları mevcut; şimdilik bir dakikayı geçmeyen videoları izleyebiliyoruz. OpenAI ve ChatGpt ve benzeri uygulamalar gerçeğe çok yakın görüntüler oluşturabiliyor; fakat devamlılık sorunu şimdilik yaşadıkları ufak bir mesele. Bir-iki yıl öncesine kadar oluşturulan videolar, yüz ve çevre modellemelerinde, yirmi dört ve üzeri kare hızı akışlarında bozulma ve şekil değişme problemleri barındırıyordu; ilginç olarak, insan el parmağı modellemelerinde tutarsızlıklar gözlemleniyordu. Artık modelleme ve ölçekleme sıkıntıları büyük oranda aşıldı. Görüntü devamlılığında da yüzde doksan ve üzeri oranlara gelindiğinde kısa ve uzun metraj filmler izlememiz kuvvetle muhtemel.

Teknolojik gelişmelerin bu seviyelere ulaşması kâğıt üzerinde olumlu bir ilerleme. Kurgulanan bir senaryoyu zahmetsizce ve istenildiği şekilde görselleştirebilmek bir sinema sevdalısı için bulunmaz nimet; fakat ortaya çıkan iş “sanat” olarak kabul görebilecek mi? Olumlu anlamda bakarsak, filmlerin hazırlık aşamalarındaki maliyetleri oldukça aşağı çekecektir: Çekimlerden önce “hikâye çizimi” (storyboard) kullanmayı seven yönetmenlere hız kazandıracak; sahne ışığı ve görsel taraşım değişikliği gibi olasılıklarda isabetli simülasyonlar yapılabilmesinin önünü açacaktır. Hâliyle sektörün de işine gelen bir gelişme olacağı su götürmez. 2023’te Hollywood’da binlerce senarist yapay zekâ kullanımına karşı greve gitmişti. Yaşanan bu olay, sinemada yapay zekâya karşı gösterilen ilk ciddi tepkiydi… Bu gelişme, gelecekte yaşanacak olumsuzlukların bir habercisi niteliğindeydi.
Öğrenme yeteneğine sahip algoritmaların veri tabanlarında şu anda bile sinemanın tüm teknik kural ve yasaları mevcut. Grok ve ChatGPT’den yazdığımız senaryodaki ve uygulamayı planladığımız çekim tekniğindeki hatalarımızı ortaya çıkarmalarını isteyebiliriz. Bu algoritmaların yakın gelecekte ortaya çıkaracağı işler de kusursuza yakın olacak. Sinema tarihine büyük oranda hâkim ve dönem dönem hangi gelişmelerin yedinci sanatı ileriye götürdüğünü bilen yapay zekâ, üretim aşamasında kendi alternatif fikir ve teknikleri de ortaya koyacak gibi görünüyor.