Bu seriyi dikkatli izleyenler bilir: Terminator, hep insanlığın teknoloji ile ilgili korkularını en ağır düzeyde işlemiştir. Elbette ki her şeyin temelinde klasik “makinelerin insanlığı yok edişi” konsepti vardır, ama Terminator’de durum biraz farklı: Sözgelimi, serinin baş düşmanı olan Skynet isimli yapay zekaya ulvi duygular yüklenmemiştir. Yapay zeka tehditlerini irdeleyen filmlerin büyük çoğunluğunda, insanlara karşı durmalarının sebebi genelde dünyayı, diğer canlıları ya da insan medeniyetini korumak olarak gösterilmiştir, ancak Terminator’de böyle bir kaygı yok. Terminator’ün baş “kötü adamı” için tek bir şey önemli: Kendi benliğini korumak.
Arnold Schwarzenegger’in ikonik karakteri, T-800 (Terminator’ün ta kendisi) de bu konseptten nasibini almıştır. İlk filmde, insan içine sızma, insanlarla iletişim kurma ya da insan gibi davranma gibi kaygıları olmadan, sorunlarını direkt insanları öldürerek çözmüştür. Sonraki filmlerde de robotlar dış görünüş ve davranış olarak biraz daha insanlaştırılsa da, özlerindeki “robotluk” asla kamufle edilmemiştir. Mahşer Günü’nde ve sonrasındaki olaylarda da seri aynı çizgiyi izler. İnsanlar ve makineler arasında bir uzlaşma yoktur ve asla olmamıştır. Skynet fütursuzca tüm insanları öldürmeye çalışırken, insanlar da tüm robotları yok etmek için ellerinden geleni ortaya koymaktadır.
Kanımca, Terminator’ü bu kadar özel kılan şey budur: İnsanlığın derinde yatan korkularını, en saf haliyle dışarı vurmak.
Serinin reboot’u ve yeni bir Terminator’ün doğuşunu işaret eden Genisys de bu çizgiden devam ediyor. Facebook’un popülerleşmesi ile başlayan ve günümüzde hala süregelen bir “sosyal medya endişesi” vardır, bilirsiniz. İnternet sitelerine telefonlarımıza, bilgisayarımıza, hatta Genisys’in öngördüğü gelecekte arabalarımıza ve ev eşyalarımıza erişim vermek ne kadar doğrudur? Tüm bilgilerimizi ve özel hayatımızı, güvenli olduğunu varsaydığımız veri tabanlarına yüklemek, bize gelecekte çok ağır bedeller ödetecek olmasın? Genisys, bu güncel tartışmayı Terminator serisinin teması ile entegre ederek, bu efsaneyi tam anlamıyla günümüze taşıyor.
(Yanlış hatırlamıyorsam, filmin konusu ile ilgili bu bilgi fragmanlarda verilmiyordu, ancak filmin ilk 15 dakikası içinde öğreneceğiniz için söylemekte bir sakınca görmedim.)
Peki, bu yeni Terminator sadece günümüze uygun şekilde makyajlanmış mı, yoksa özünü koruyarak bütünüyle yeni olmayı başarmış bir film mi? Maalesef değil. Buradaki ”maalesef”i çok tereddütle yazdım, zira bu sorunun cevabının evet olmasını ister miydim emin değilim. Genisys, konudaki değişikliğin ve seriyi tümden etkileyecek bir iki twistin dışında, klasik Terminatorlere bel bağlamış durumda. Robotlardan saklanmaca, geçmişe dönünce Terminator’ün ve Reese’in yaptıkları, araç kovalamaları, pompalı tüfekle bütünleşen Arnie, renk tonu, “dı dıt dın dı dın” ve daha niceleri… Hepsi o kadar tanıdık ki. Ve işin iyi yanı, oldukça başarılı kotarılmış. Risk alınmamış, göze batmaması için uygun miktar kadar farklılık katılmış ve seriyi eskiden beri takip edenlerin nostalji yoluyla oldukça tatmin olabileceği bir iş çıkmış ortaya.
Amma ve lakin, çıktığınızda yeni bir şey görmediğinizi hissediyorsunuz. Ötesinde, etkilenmediğinizi hissediyorsunuz. Youtube’dan Judgement Day’in final sahnesini açıp izlerseniz ne hissedecekseniz, benzerini hissediyorsunuz sadece.
Bu yönden Genisys başarılı bir film, ancak başarılı bir reboot değil. Başarılı reboot nasıldır biliyor musunuz? Christopher Nolan’ın Batman Begins’i gibidir: Tim Burton’ın fazlasıyla karanlık Batman’inin özünü tutmuş, ancak bambaşka bir film yapmıştır. Burton’ın aksine filmin depresifliğini karanlık tonlamalar ve gerilimli sahneler ile değil, hikaye, karakterler ve duygular yoluyla aktarmıştır. Ya da, J.J. Abrams’ın Star Trek’i: Yarım asırlık efsane kadroyu değiştirmesine, televizyon ekranı yerine beyaz perdeye geçmesine ve bunlar sebebi ile yapılan kökten farklılıklara rağmen, filmin ilk sahnesinden son sahnesine kadar orijinal Star Trek tadını alır, ancak sebebini açıklayamazsınız. Enterprise yeni ufuklara açılmaktan çok savaşıp dursa da, uzay keşfinin heyecanını bir şekilde hissettirir.
Genisys, işte bu yönden sınıfta kalıyor. Ha belki bazıları bunu tercih eder, zira bahsettiğim iki film de orijinallerine yeterince sadık olmamaları sebebiyle yer yer eleştirilmiştir, orası ayrı. Ama şu unutulmamalıdır: Diğer birçok alan gibi sanat da, sanatın tüm dalları gibi sinema da birikimli ilerleyen bir süreçtir. Nolan, belki aslına (çizgi romanlara da, 1989 serisine de) yeterince sadık olmayan bir Batman yaratmıştır, doğru, ancak bu yolla 2005 sonrası süper kahraman filmlerinin çehresini değiştirmiştir. Onun önayak olduğu ekol sayesinde bu filmler ciddi ödüllere oynamaya başlamış, olgunlaşmış ve sadece “geek” izleyici kitlesini tatmin etmenin dışına çıkmıştır. Nolan’ın sinemaya kattığını, Genisys’in yönetmeni olan Alan Taylor katamamış.
Peki, herkesin merak ettiği soruya geçelim: Yeni kadro nasıl? Arnold dışında, filmin tüm çekirdek kadrosunun kökten değiştiğini biliyorsunuzdur. Oyuncuların yaşlanması ile zorunda kalınan bir durumdu bu. (Elbette, Arnold asla yaşlanmadığı ve muhtemelen sonsuza kadar yaşayacağı için o bir istisna.) En çok merak edilen, kuşkusuz Emilia Clarke’ın Sarah Connor’u. Eh, bu konuda ne diyeceğimi bilemiyorum pek. Sevgili Daeneyrs’imiz kuşkusuz harika bir oyuncu ve Sarah rolünde çok iyi bir iş çıkarmış aslında. Ancak Linda Hamilton’ın çizmeyi başardığı “sert kadın” olabilmiş mi? Olmaya çalışmış diyelim, ancak maalesef Clarke’ın çocuksu yüzü ve fazla kadınsı özellikleri buna engel olmuş.
Kyle Reese rolünde ise, Michael Biehn’in yerini doldurmaya çalışan Jai Courtney var. Onun çok başarılı olduğunu söyleyemeyiz, ama zaten Biehn de o kadar akılda kalıcı bir performans sergilememişti ilk filmde.
Muhtemelen hem işi en kolay olan, hem de en takdir edilmesi gereken kişi, John Connor rolündeki Jason Clarke. İşi kolay, çünkü bu karakteri oynayan Nick Stahl da, Christian Bale da Genisys’tekinden daha farklı bir Connor’ı oynamıştı. Bir nevi, Jason Clarke’ın yerini doldurması gereken kimse yoktu diyebiliriz. O da bunu fırsat bilip ilk defa akılda kalacak bir John Connor karakteri yaratmayı başarmış.
Özetle, önyargılarınızı bir kenara bırakıp Genisys’i görmeye gitmenizi tavsiye ederim. Size yeni bir şey vermeyecek ve ne yalan söyleyeyim, Terminator’ün yeniden doğduğunu falan düşünmenize sebep olmayacak. Ancak eğer eski bir Terminator’cü iseniz nostalji dolu birkaç dakika yaşayabilirsiniz, yeni gireceklerdenseniz de keyifli bir Hollywood filmi izleyebilirsiniz.
Ayrıca, merak etmeyin: Önümüzdeki iki sene içinde, insanlığı yok edecek kadar başarılı bir yapay zeka yapmayı muhtemelen beceremeyeceğiz.
Hazırlayan: Zeki Doruk Erden
çok güzel bir inceleme ve tespitler iyi olmuş teşekkürler