Bir gün aniden bir trende uyansanız, başınızı kaldırıp etrafınıza baktığınızda hiç kimseyi tanımadığınızın, hatta niçin orada olduğunuzu bilmediğinizin farkına varsanız ve bu yabancı yerde kalkıp tuvalete gittiğinizde aynada kendi suratınızı değil de bir başkasının suratını görseniz ne hissederdiniz? Durun daha bitmedi, daha bu “yabancı” surata alışamadan büyük bir patlama ile yok olsanız ve kendinizi kapalı bir odanın içinde bir kadının, Goodwin (Vera Farmiga), size çeşitli sorular sormasına ne derdiniz? İşte Türkçeye Yaşam Şifresi olarak çevrilmiş Source Code filmi, başlangıcında bize bunu hissettiriyor.
Yüzbaşı Colter Stevens (Jake Gyllenhaal), ki kendisi aslında iki ay önce Afganistan’da bir görevde hayatını kaybetmiştir, uyandığında kendini tarih öğretmeni Sean Fentress olarak buluyor. Aslında Stevens gizli bir görevin içindedir. Kendisi her ne kadar öldüğünün farkına varmamış olsa da, o çoktan bedeni ölmüş, bir tek beyni kalmış “yaralı bir asker”dir. Sabah Chicago’da 8 sularında bir trende bir patlama gerçekleştirilmiş ve bu patlamada trenin içindeki yüzlerce kişi ölmüştür. Bu patlama aslında bir ilk adımdır. Bunun peşi sıra daha büyük bir patlama ABD’nin bir başka kentini tehdit etmektedir ve insanlar tahliye edilmeye başlanmıştır bile. Stevens’in görevi ise, filmde “kuantum, parabolik” gibi laf yuvarlamalarla çok da derinliği anlatılmayan bir bilimsel araştırmada yol gösterici olup, patlayıcıyı kimin yerleştirdiğini öğrenmektir.
Filmin uzunca bir bölümü patlayıcıyı kimin yerleştirdiğini bulmaya çalışmakla geçiyor ve ölen tarih öğretmeni Sean Fentress’in yaşadığı son sekiz dakikanın bir yeniden yaşanmışlıkla yeniden yeniden “deşilerek” bilinmeyen ayrıntıları saptanmaya çalışılıyor. Biz “acaba kim bu bombacı” sorusunu sorup dururken film aniden bunun kimin yaptığını açığa çıkartıyor, Stevens bunu Goodwin’e bildirerek görevini tamamlamış oluyor. Ancak Stevens yerinde durmuyor, bir yandan aslında ölmüş olması gerekirken bir nevi “ölüsünün bile kullanılmasına” içerliyor, ölmeyi talep ediyor, öte yandan gerçekten de kahraman olup herkesi kurtarmak istiyor.
Bu yüzden son bir kez daha bu sanal yaşam sisteminin içine “yükleniyor” ve bir kahraman olarak hayata yeni bir bakış açısıyla yaklaşıp etrafına umut saçarak kötü adamı yakalıyor ve Goodwin sayesinde fişi çekilerek ölüyor. Bununla da yetinmeyip gerçekte aç gözlü ve sözünü tutmayan birisi olarak lanse edilen bilim adamının sandığından çok daha büyük bir iş yaptığını, hayali olanı, geçmişi değiştirerek geleceği de değiştirebileceğini ispat etmek için geçmişten e-posta yolluyor.
Yapımın bana sık sık 12 Maymun filmini hatırlattığını söyleyebilirim ama kesinlikle 12 Maymun, Source Code filminden çok daha iyi bir konuya, daha iyi bir sinematografiye, tutarlı bir öyküye sahipti. Öncelikle insan beyninin ölmeden önce hala sinyallerini açık ettiğini, geçici hafızasının ise son sekiz dakikayı kayıt aldığını kabul etsek bile, bu hafızanın, kişinin hiç ilişkiye girmediği, tanımadığı, hatta gitmediği yerleri yaşamış gibi kaydetmesi ve hiç tanık olmadığı şeyleri yeniden yaşaması tutarsızca olmuş. Sonuçta dışarıda bir gerçeklik varsa o gerçeklik bize yansıdığı biçimde, bizim bildiğimiz bir gerçekliktir ve eğer beynimizin ölmeden önce bir fotoğrafı çekilmiş olsaydı, çekilen fotoğrafta sadece tanık olduğumuz şeylerin bir görüntüsü olurdu. Filmde ise bu fazlasıyla aşılmış, Stevens görmediği yerleri görüyor, tanımadığı kişilerle konuşuyor, onlar üzerine fikirler yürütüyor. Dolayısıyla işin içine bilimkurgudan çok mistisizm devreye giriyor.
İkinci olarak film aslında doğal bir şekilde tek bir mekana sınırlı kalmanın sıkıcılığından biraz nasibini almış. Zira filmin yönetmeni Duncan Jones bunu hissetmiş olmalı ki, filmin ilk yarısına ulaştığımızda biraz “hızlıya sarmış”. Bize “bombacı kim” diye sorarken ve asıl merak ettirici unsurun bu olduğuna bizi ikna etmişken, aniden fikrini değiştirip bombacıyı göstermesi, onun yerine dünyayı kurtaran kahraman ve “yaşamın değerini bilin” gibi beylik laflar dinlettirmesi kötü olmuş. Afganistan’da ölen askerlerin bir tür hayaletleşmesi ve yeniden diriltilip, ölülerinin bile kullanılmaya çalışılmasına değinilmesi güzel, ancak asker bu kadar ölmek isterken sonunda ona yine bir yaşam yolu açması tutarsız olmuş.
Oyunculuk filmin genelinde zayıf olmakla birlikte Jake Gyllenhaal’ın yine iyi bir oyunculuk çıkarıp az da olsa filme bir canlılık getirdiğini söyleyebiliriz. Goodwin rolündeki Vera Farmiga ise ne yazık ki oldukça kötü bir oyunculuk sergilemiş. Oynadığı askerin rolüne o kadar yerleşmiş ki, asker sıkıcılığına denk biçimde, aynı oranda bizi sıkmayı başarmış. Bir de düşünün ki bu asker, yani emre itaat etmesi beklenen bu kişi, üstüne itaat etmiyor, gidiyor “fişi çekiyor”. Nerede kaldı disiplin demeyin, disiplin falan yok. Filmin bolca efekt içerdiğini ama bu efektlerin pek de doyurucu olmadığını söyleyebiliriz.
Bu film yerine arşivden 12 Maymun’u çıkarıp izlemek daha iyi bir seyirlik keyfi sunabilir. Tabii Jake Gyllenhaal’ın hatırına filmi izlemeyecekseniz.