Koloni gezegeni Coldfoot’ta mahkumlar, Sig olarak bilinen değerli kaynağı çıkarmak için korkunç koşullarda köle olarak çalışıyor. Ancak koloninin madencilik operasyonu, The Swarm adlı uzun süredir uykuda olan bir uzaylı türünü uyandırdığında yarı zamanlı hapishane gardiyanı Jim Mirror ve etrafındakiler, Make My Day‘de korkunç bir kabustan kaçmanın yolunu bulmaya çalışıyor.
Sekiz bölümlük bir dizi için Make My Day çok şey sunuyor. Jim ve arkadaşlarını ölmekte olan kolonilerinden kaçarken takip eden ana hikâyeye hapishane sistemlerindeki kötü muamele, kurumsal yapıların yaygın yolsuzluğu ve diğer birçok sosyal hastalığa bakış açısı da eklenince dizi seyir keyfi yüksek bir yapıma dönüşüyor. Dizi, gerek anlatım yoluyla gerekse öyküsündeki birtakım sorunlara değinme biçimiyle tavrını açık etmekten geri durmuyor. Ancak sahip olduğu zamana göre çok şey anlatmaya çalıştığından bazen ince bir buz yüzeyinde yolculuk ediyormuşuz hissi veriyor.
Netflix‘te görücüye çıkan Make My Day, hikâyesini çeşitli unsurlarla yüklerken oyuncu kadrosu ve karakterlerin yolculuğu ancak bu kadar olurdu dedirtiyor. Hem her karakterin birer kişilik olarak parlamalarına ve gelişimlerine olanak tanıyor hem de bu karakterlerin ana hikâyeye sağladığı katkı çok iyi tasvir ediliyor. Bu aşamada Jim, kendisi ve daha geniş oyuncu kadrosu için şahane bir dayanak noktası hâline geliyor. Gardiyanımız, koloni hapishanesinin işleyiş şeklinden rahatsız. Uzaylılar ortaya çıktıkça, Jim’in odak noktası mümkün olduğu kadar çok insanı kurtarmaya yöneliyor. Mahkûm, sivil ya da sivil otorite fark etmeksizin Jim için herkes aynı değere sahip. Pek çok kişi bazı hayatları doğası gereği diğerlerinden daha değerli görürken, bu durum onu çeşitli noktalarda öbürleriyle anlaşmazlığa düşürüyor.
Zaten Make My Day’in alametifarikası da bu değer ve algı çatışmalarında yatıyor. Anlatı çoğunlukla Jim’in bakış açısına yaklaştığından, diğer karakterler de son derece olumlu dönüşümler geçiriyor. Baskılanmış bir sistemde yetiştirilen ve her şeyi olması gerektiği gibi kabul eden insanlar, kuşkusuz bu kalıplardan dizideki kadar kolay çıkamayacaktır. Dolayısıyla kendi başına fena olmasa da, bazı ahlaki zaferler pek de gerçekçi durmuyor. Öte yandan hikâyede kişiler arası çatışmaların ortaya çıkma hızı tatmin edici değil, ancak görseller bu handikabı aşmak için elinden geleni yapıyor. Özellikle CGI kullanımı, karakterlerin kaçışları boyunca ne kadar acı, korku ve neşe yaşadıklarını göstermekte harika iş çıkarıyor. Animasyonun dışavurumculuğu izleyiciyi şaşırtabilir, çünkü CGI’a dayalı serilerin çoğu zaman duyguları iletmekte zorlandığı biliniyor.
Make My Day’i yönlendiren temel tehlike, The Swarm’ın bitmek bilmeyen tehdidi. Tasarımlarından işleyiş biçimlerine kadar bu tuhaf yaratıklar, kesinlikle bilimkurguda gördüğümüz en eşsiz uzaylılar arasında. Başlangıçta öldürülemez gibi görünseler de, insanlar bazı ipuçlarını çözdükçe işler daha inandırıcı hâle gelmeye başlıyor. The Swarm ile karşılaşmalar, birebir etkileşimlerden büyük ölçekli savaşlara kadar geniş bir yelpaze sunuyor. Animasyon burada yine devreye giriyor ve söz konusu anların yoğunluğunu aktarmada hünerini konuşturuyor. Dizi boyunca tehlike, her zaman köşeyi döner dönmez bizi karşılıyor ve içine çekiveriyor.
Kısacası Make My Day, aksiyon, duygu ve kültürel kodlarla dolu unutulmaz ve etkili bir hikâye anlatıyor. Çok fazla şey yapmaya çalışmasına rağmen olay örgüsünün ritmi ve karakterlerin işlenişi, diziyi herhangi bir bilimkurgu hayranı için tatmin edici düzeye çekmeyi başarıyor.