Carl Sagan, bir gökbilimci olarak Venüs ve Mars’la ilgili önemli keşifler yaptı. Yıllarca NASA’da çeşitli görevlerde bulundu. Bunların arasında güneş sistemini araştıran insansız uzay araçlarının görevlerini planlamak ve hatta Ay’a uçuşlarından önce Apollo astronotlarını bilgilendirmek de vardı. Harvard ve Cornell’da saygın bir eğitimci olarak gelecek kuşaklara ilham kaynağı oldu. Örneğin Neil deGrasse Tyson, onun izinden giden çok sayıda bilim insanından biriydi.
Bir yazar olarak Sagan, gazete ve dergiler için 600’den fazla bilimsel makale ve içerik üretti. 1978’de The Dragons of Eden: Speculations on the Evolution of Human Intelligence kitabı ile Pulitzer Ödülü kazandı. Ayrıca 60 ülkede 500 milyondan fazla seyirciye ulaşarak tüm zamanların en çok izlenen bilimsel tv programı unvanını elde eden Cosmos: A Personal Voyage serisiyle de Emmy Ödülü’ne layık görüldü. Hayatı boyunca sıradan insanlara bilimin önemini ve değerini anlatmaya çabalayan Carl Sagan, evrene dair duyduğumuz merakın da baş müsebbibiydi.
Cornell’daki eski bölüm başkanı Yervant Terzian, Sagan’dan “O dünyanın en iyi bilim öğretmeniydi” diye bahseder. Cosmos serisine eşlik eden kitabının önsözünde Sagan, eski zamanlarda insanların yıldızlarla samimi bir bağ kurduğunu anlatarak, kozmosun diş ağrısını iyileştirme gücü olduğuna inanıldığını belirtiyor. Fakat bilimdeki ve özellikle de astronomideki büyük ölçekli keşiflerin, modern insanın kendini önemsiz hissetmesine yol açtığının altını çizen Sagan, bundan duyduğu endişeleri sıralıyor. Bu endişelerinin bir sonucu olarak ortaya attığı “olağanüstü ihtişam” kavramı, insanla evren arasındaki bağı derinleştirir nitelikte.
Ancak çok satan kitapları ve TV programları nedeniyle olsa gerek, çoğu insan Sagan’ı, “bilimsel kavramları anlaşılır ve eğlenceli şekilde açıklayan biri” olarak hatırlar. Oysa Carl Sagan, tüm bu medya olanaklarını bilimi geniş kitlelere yayabilmek için uygun birer araç olarak görüyordu. Örneğin Johnny Carson‘la birlikte Tonight Show’un 26 bölümünde yer aldı. 1977’deki bir New York Times röportajında, konuyla ilgili olarak “Gösterinin 10 milyonluk bir izleyici kitlesi vardı. Üstelik bunlar Scientific American’a abone olan insanlar da değildi” demiştir.
Fakat şunu anımsatmakta yarar var: Carl Sagan televizyonlara çıkıp bilim sergilemeye de can atmıyordu. Hatta Cosmos belgeseli için PBS ile yaptığı anlaşmadan da hoşnutsuzdu. Çünkü Sagan tipik, donuk, kasvetli ve teknik terimlerin havada uçuştuğu bir program yerine; görsel olanakların sonuna kadar kullanıldığı eğlenceli bir yapım istiyordu. İzleyicileri oradan oraya sıçrayan bir uzay gemisine koyacak ve olayları da, evrenin tarihini tek bir Dünya yılına indirgeyen kozmik takvimi baz alarak anlatacaktı.
O sırada söylediği gibi, insanların sesi kısıkken bile izleyebileceği görsel şöleni yüksek bir program hayal ediyordu. Prodüksiyonda sıkıntı yok gibiydi. Zira programa ayrılan 8 milyon dolarlık bütçe, o zamanlar bir TV şovu için çıtanın üstünde bile sayılabilirdi. Ancak başta da belirtildiği gibi, Sagan bunun pahalı ama sıkıcı bir iş olmasını istemiyordu. Sonunda yapımcıları risk almaya ve kendi üslubunca bir program hazırlamaya ikna etti. Onun bu kararı, Cosmos’un tüm dünyada meşhur olmasının en büyük nedeniydi. Böylece Cosmos, eğlenceli bir dille hazırlanan bilim programlarının da izlenebileceğini herkese kanıtlamış oldu. Kuşkusuz bu durum, diğer bilimsel içerikli programların da önünü açtı. Gelin şimdi bu unutulmaz belgeselin bölümlerine kısaca bir göz atalım…
1- The Shores of the Cosmic Ocean (28 Eylül 1980)
Sagan bizi, Dünya’dan yaklaşık sekiz milyar ışık yılı uzaktan başlayarak evrenin yarısı boyunca bir gezintiye çıkarıyor. Karahindiba tohumunu andıran bir uzay gemisiyle evrende seyahat ediyoruz. Şimdilerde bu gemi modeli için belki burun kıvrılabilir, fakat zamanının en iyi SFX’i olduğunu unutmayın. Sunucumuz, matematikçi Eratosthenes’in M.Ö. 200 yılı civarında Dünya’nın boyutunu ve şeklini nasıl hesapladığını açıklıyor.
Eratosthenes’in bu başarısı, çalışmak zorunda olduğu verileri dikkate alırsak gerçekten şaşırtıcı ve hayranlık uyandırıcıdır. Sonra ikinci özel efektimiz devreye giriyor ve Carl’ı, antik dünyadaki bilginin merkezi olan İskenderiye Kütüphanesi üzerinde yürürken görüyoruz. Sonrasında yakılan bu kütüphanenin, bir milyondan fazla kitap içerdiğini öğrenince içimi cız ediyor. Programın bu ilk bölümü, çağının ilerisindeki görselliğiyle takdir topluyor.
2- One Voice in the Cosmic Fugue (5 Ekim 1980)
İkinci bölüm, her daim tartışmaların merkezinde yer alan evrim teorisiyle ilgili. Sagan, doğal seçilime ve evrime anlaşılır açıklamalar getirebilmek adına, heike yengeçlerinden ve onların sırtındaki samuray savaşçılarını andıran şekillerden dem vurarak konuya giriş yapıyor. Bölümün işlediği konular arasında kozmik takvim ve kambriyen patlaması da var. Genetik çoğaltma, onarım ve mutasyon; canlıların ortak biyokimyası; Miller-Urey deneyinde yaşam molekülü oluşturulması ve olası dünya dışı yaşama kadar pek çok ilgi çekici konu masaya yatırılıyor.
3- Harmony of the Worlds (12 Ekim 1980)
Bu bölümün çoğu, Johannes Kepler‘in hayatına ve devrimci çalışmasına ayrılmış. Kepler, zamanının en büyük gözlemsel gökbilimcisi olan Tycho Brahe ile iyi ilişkilere sahipti. Tycho zengin, obur ve liberaldi; Kepler ise kusurlu, ve fakirdi ama ikisi de teleskobun icadından önce bu önemli keşiflere imza atmayı başardılar.
4- Heaven and Hell (19 Ekim 1980)
Kuyruklu yıldızlar, asteroitler ve bunların birbirleri ile çarpışma ihtimali üzerinde duruluyor bu bölümde. Sagan, Tunguska Olayını açıklıyor ve bunun atmosferde patlayan bir kuyruklu yıldız olduğu sonucuna ulaşıyor. Sonra da Venüs hakkında bildiğimiz şeyleri açıklamaya başlıyor. Onu cehenneme çeviren sera etkisi ve kendi gezegenimizdeki iklim değişikliğinin erken belirtileri üzerinde duruyor.
5- Blues for a Red Planet (26 Ekim 1980)
Şimdi Mars‘a, Burroughs ve Wells‘in hikayelerine geçiyoruz. Sonra da zavallı Percival Lowell‘e… Lowell’ın “Planet X”i aramaya başlamasının iyi bir şey olduğunu ve halefi Clyde Tombaugh‘nun Plüton’u bu aramaların bir sonucu olarak bulduğunu söyleyebiliriz. Yanlış Mars haritası yerine bu keşifle anılması daha doğrudur. Sagan, daha sonra Mars’la ilgili bilgilere ve Viking Lander‘lara geçiş yapıyor.
6- Travellers’ Tales (2 Kasım 1980)
Bu bölümdeki tarihi figürler Constantin Huygens ve oğlu Christian’dır. Sagan o zamanın keşif yolculuklarını Voyager uzay aracı ile kıyaslar. Jüpiter’e yaklaşıldıkça ortaya çıkan manzaranın Jet Propulsion Laboratory’de yarattığı coşkuyu gözler önüne seren bölüm, oldukça heyecanlı anlar içeriyor.
7- The Backbone of Night (9 Kasım 1980)
Samanyolu kelimesinin Botsvana bayramının adı olduğunu öğreniyoruz. Diğer kültürlerin, takım yıldızlarına isim ve şekil tahsis etmesinin çeşitli nedenlerini görüyoruz. Carl, Brooklyn’deki eski okulunu ziyaret ediyor ve orada öğrencilerle etkileşim kurmakta ve sorularını cevaplamakta çok başarılı görünüyor. Ardından Artistarkus, Thales ve Anaksimandros gibi Yunan bilginlerin inanılmaz bulgularını ve teorilerini tartışıyor.
8- Journeys in Space and Time (16 Kasım 1980)
Bu bölümde yıldızların zamanla nasıl değiştiği ve ne kadar yol kat ettiği göreceli olarak tartışılıyor. Ayrıca zamanda yolculuk teorisinin mümkün olup olamayacağı üzerinde duruluyor. Sonra Sagan ilginç bir ayrıntıya değiniyor: Eğer Leonardo Da Vinci, bir güç kaynağına sahip olsaydı ilk uçan makineyi icat etmesi işten bile değildir.
9- The Lives of the Stars (23 Kasım 1980)
Büyük yıldızlar hızla yanarlar ve süpernova haline gelirler. Evrenin ilk oluşum aşamasında hidrojen ve helyumdan başka bir şey yoktu. Ancak süpernova basınç yaratıyor ve diğer elementler kendi kendilerini imha edip beyaz cüceler, nötron yıldızları ya da kara delikler oluşuyor. Sonra ağır elementler yerçekimi etkisi ile toplanıyor ve yeni yıldızlar ve kayalık gezegenler ortaya çıkıyor. Böylece, her şeyin yıldızların merkezlerinde oluştuğu bir kez daha gözler önüne seriliyor. Sagan’ın da söylediği gibi, “Hepimiz yıldız tozuyuz…”
10- The Edge of Forever (30 Kasım 1980)
Bu bölümde Büyük Patlama ve galaksilerin oluşumu üzerinde duruluyor. Ardından düzlem gibi farklı boyutların fikirlerini ve dördüncü doğrusal boyutun neye benzeyeceği araştırılıyor. Sonra açık, kapalı veya salınım yapan bir evren hakkında düşünceler dile getiriliyor. Bu alanda Cosmos yapıldığından beri pek çok ilerleme kaydedildi. Sadece kısa bir süre önce, evrenin erken yapısına ve akıl almaz genişlemesine yönelik önemli bulgular elde edildi. Ayrıca karanlık madde hakkındaki teoriler, evrenin genişleme hızının arttığını gösteriyor.
11- The Persistence of Memory (7 Aralık 1980)
Carl bizleri insan vücudunda bir yolculuğa çıkarıyor. Beyinde anıların nasıl saklandığını gösteriyor. Evet, beyin muazzam bir kapasiteye sahip ancak sonsuz değil. Bunu “toplu bellek” ile genişletiyoruz. Kitaplar, kütüphaneler, kayıtlar, fotoğraflar, hareketli resimler, filmler ve internet bize yardımcı oluyor.
12- Encyclopaedia Galactica (14 Aralık 1980)
Bu bölümde öte gezegenlerdeki olası yaşam ele alınıyor. Arecibo‘daki dev teleskopu ve üzerine asılı antenler bulunan bir heykeli ziyaret ediyoruz. Elbette günümüzde pek çok harika teleskop var ve bir kısmı da hala inşa edilme sürecinde. Sagan bizi teleskoplar alemine götürerek, dünya dışı akıllı yaşama dair yakalayacağımız olası bir sinyalin önemine vurgu yapıyor. Evren yaşlı ve çok büyük. Belki de hiçbir zaman aradığımız sinyali yakalayamayacağız, ancak bu pes etmemiz için asla bir neden olamaz. “Sesimizi duyan var mı?”
13- Who Speaks for Earth? (21 Aralık 1980)
Birinci bölüm, nükleer savaştan harap olan Dünya’yı bulmak için kozmik bir geri dönüşü içeriyordu. Sagan, eski Doğu Almanya’daki komünizmin çöküşünü ve Soğuk Savaş’ın sona ermesini umut verici işaretler olarak ele alıyor ve bunları birer ilerleme olarak açıklıyor. Elbette Sagan’ın bahsettiği ilerlemenin dönem dönem yön değiştirdiğini söyleyebiliriz. Şu an gezegenimizde en az 50.000 nükleer silah bulunduğunu göz önüne alırsak, gelişmiş ve barışçıl bir uygarlık olmadığımız kuşku götürmez bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. Daha almamız gereken çok fazla yol var. Tabii kendimizi yok etmenin bir yolunu bulmazsak!