“Adım John Crichton. Ben bir astronotum. Gemimle birlikte yanlışlıkla bir solucan deliğinin içine düştüm. Şimdi evrenin uzak bir köşesinde kaybolmuş durumdayım. Burası tamamen garip ve yabancı yaşam formlarıyla dolu. Üstelik çıldırmış bir askeri komutan tarafından avlanmaya çalışılıyorum. Sadece eve dönmek için bir yol arıyorum. Sesimi duyan var mı?”
Günümüz televizyon kanalları, tüm izleyici türlerine uygun ve oldukça iddialı diziler sunuyor. Popüler konular, en çok beğenilen kültlerle harmanlanıyor ve evimize kadar gelip oldukça geniş seçenekler vadediyor. Fakat söz konusu durum her zaman bu şekilde değildi. 90’lı yılların sonunda bilimkurgu türü çoğunlukla konsorsiyum halindeydi ya da Showtime gibi kanalların elindeydi. Birkaç etkileyici dizi vardı, ama kanallar bilhassa yıllarca ekranda boy gösteren Star Trek modeline takılıp kalmıştı. Sci-Fi Channel bile kayda değer olmayan önemsiz bir kanaldı ve çoğu zaman minimum izleyiciye hitap eden eski programlar yayınlıyordu.
Durum böyleyken, Nine Network adına Avustralya’da çekilen ve 1999 Mart’ında Sci-Fi Channel’da yayın hayatına başlayan Farscape, kullandığı başarılı makyaj ve kukla sanatıyla büyük bir hikaye ortaya koyuyordu. Dizinin yaratıcısı Rockne O’Bannon, daha önceki çalışmalarından dolayı büyük takdir kazanmıştı, ama bu projelerin hiç biri Farscape ile kıyaslanabilecek düzeyde değildi. Her şeye rağmen 4 sezon boyunca yayınlanan ve Peacekeepers Wars adlı bir mini diziyle sonlanan Farscape, televizyon dünyasına damgasını vuran eşsiz dizilerden biri olmayı başardı.
Hikayemiz, bir astronot olan John Crichton’ın (Ben Browder) uzayda bir deney gerçekleştirirken yanlışlıkla karşılaştığı solucan deliğinden geçerek kendini evrenin başka bir noktasında bulmasıyla başlar. John, Dünya’ya geri dönmeye çalışırken dev bir canlı gemi olan Moya’yla ve onun uzaylılardan oluşan mürettebatıyla karşılaşır. Söz konusu mürettebat, iri kıyım Luxan savaşçısı Ka D’Argo (Anthony Simcoe), mavi tenli rahibe Zhaan (Virginia Hey) ve hükümdar Rygel‘dan (Jonathan Hardy’nin sesinden) oluşur. Bu üçlünün her biri, katı kurallı ve askeri temelli bir güvenlik gücü olan Peacekeeper organizasyonunun tutuklularıdır. John, Moya’ya varır varmaz asi bir Peacekeeper olan Aeryn Sun ile (Claudia Black) tanışır ve o da mürettebata katılır. Bu noktadan sonra John ve Aeryn arasında tüm dizinin dönüm noktası olacak duygusal bir bağ gelişir.
Jim Henson Şirketinin Farscape’teki kukla karakter başarısı parmak ısırtır cinstendir. Esasen bir kukla olan Rygel karakteri incelikli ve zekidir; aynı zamanda Zhaan ve D’Argo kadar da insansı bir uzaylı figürüdür. Hatta dizi ilerledikçe, biz izleyiciler ona karşı duygusal bir yakınlık beslediğimiz için Rygel’in sahte yönleri daha az fark edilir olur. Yine Moya’nın pilotluğunu yapan ve yaptığı işe uygun olarak Pilot adıyla anılan iri yarı karakter de aslında bir kukladır. Lani Tupu tarafından seslendirilen bu karakter de en az Rygel kadar etkileyicidir ve en modern CGI yapımlarını bile gölgede bırakır. Hem Rygel hem de Pilot, izleyicilerle bağ kurabilen eşsiz kişiliklerini kuşkusuz seslendiricileri olan Hardy ve Tupu ikilisine borçlu. Zaten Farscape’in en büyük başarısı karakter yaratımında gizli. Her bölümde sınırları aşan yeni karakterler belirir. Yaratıcı set tasarımını ve makyajı bir araya getiren tüm bu gelişmeler, derinlemesine ve inandırıcı genişlikte bir evren ortaya koymuştur.
Kazayla çılgın bir uzaylı dünyasına düşen astronotumuz, haliyle ilk başta çevresindeki canlıların konuştuğu dili anlayamaz. Çok geçmeden geminin küçük robotik varlıkları ona bir iğne yapar ve o andan sonra Crichton, çevresindeki herkesi anlamaya başlar. Zira kendisine çevirmen mikroplar enjekte edilmiştir. Kahramanımızın yabancısı olduğu bu ortama verdiği şaşkınlık dolu her tepki gerçekten de doğaldır. Crichton; beklendiği gibi başlangıçta komik ve mürettebatı güç durumlara düşüren hatalar yapar. Hatta ne zaman bir planı olduğunu söylese mürettebatın sinirleri gerilir. İlk bölüm, mürettebatı ve amansız bir Peacekeeper olan Crais‘i (Lani Tupu) tanıtır niteliktedir. Özellikle Crais karakteri önemlidir. Çünkü kardeşi, kazayla Crichton tarafından öldürülür ve bu olay Crais’in durmak bilmeden yıllarca onların peşine düşmesine neden olur.
İlk sezon inişli çıkışlıdır, ama tüm dizinin temelini oluşturur. Çoğu bölümde karşımıza çıkan farklı uzaylı türlerinin yanı sıra değişik teknolojilerle de tanışırız. Ama tüm dizinin ardındaki asıl itici güç, Crichton ve Aeryn arasındaki romantizmdir. Özellikle ilişkilerinin ağır ağır gelişmesi, tam anlamıyla sanatsal bir zirvedir. Hatta dizinin zayıf bölümleri bile, çiftin yaşadığı aşkın gelişimine tanık olabilmek adına büyük bir özenle seyredilir. Zira çiftin karşılıklı etkileşimleri, dizi boyunca karakterleri inandırıcı ve gerçekçi kılan en önemli unsurdur. Öte yandan Scorpius‘un sahneye çıkmasıyla birlikte, dizi önlenemez bir yükselişe geçer. Siyah renkli koruyucu deri elbisesi içinde son derece karizmatik görünen ve aslında iki uzaylı ırkın bir karışımı olan Scorpius, Crichton’ın ezeli düşmanı rolüne bürünür. Crais’in son derece kararlı intikam arayışının aksine, Scorpius karmaşık bir görünüm ve esrarengiz bir hayatta kalma yeteneği sergiler. Geniş kapsamlı yüz makyajı bile efsanevi mimiklerini gizleyemez. Zekice nükteleri ve tekinsiz tavırlarıyla Scorpius, gelmiş geçmiş en başarılı kötü karakterlerden biridir.
İlk sezon bir nevi, karakterimizin sudan çıkmış balık modunda gezindiği bir ön sunum gibidir. Buna rağmen, Moya’nın hamile kalması ve doğacak bebeğin önemi sezonun temposunu bir hayli arttırır. Zira Talyn ismindeki bu bebek, ağır silahlara sahip ve gerçekten de çok güçlü bir savaş gemisi olacaktır. Uzay gemisinin bir bebeği olması düşüncesi gülünç gelebilir, ama inandırıcı bir şekilde işlendiğine yönelik kuşkunuz olmasın. Diğer yandan Chiana karakterinin diziye katılışı da ilk sezonun öne çıkan olayları arasında. Gri tenli karakterimiz, neredeyse vahşi bir kedi gibi ve asla klişelere düşmüyor. Nebari ırkının isyankar bir üyesi oluşu, kişiliğinin yalnızca ufak bir parçası. İlk sezonla birlikte hızını alan dizi, bölümler ilerledikçe iyice açılır. Bir yerden sonra kendimizi, Aeryn – Crichton aşkına kaptırmış buluruz. Kimi zaman gülünç, kimi zaman dramatik ve kimi zaman da egzotik bir şekilde ilerleyen aşkları, biz seyircileri bir an olsun sıkmaz.
Dizinin ikinci sezonu, her ne kadar diğerlerinin yanında biraz sönük kalsa da, son dört bölümü unutulmazdır. Özellikle ekibimizin D’Argo’nun oğlunu kaçırma ve peşlerindeki Scorpius’u atlatma gayreti tam bir seyirlik şölen sunmaktadır. Sezonun son bölümü ise, Crichton’ın beynini kurtarma girişimleri etrafında cereyan eder. Scorpius, Crichton’ın solucan deliği hakkındaki bilgilerini ele geçirme umuduyla onun beynine bir çip yerleştirmiştir. Bu durum, kahramanımızın kendi gerçekliğini sorgulamaya ve kontrolünü kaybetmeye başladığı bazı tüyler ürpertici ve harika olaylar silsilesine yol açar. Buradaki büyük çekişme izleyiciler için deyim yerindeyse şok edicidir ve önümüzdeki sezonun epeyce tuhaf geçeceğini de müjdeler gibidir.
Üçüncü sezonla birlikte diziyi de yarılamış oluruz. Bu sezon aynı zamanda, karakter giriş çıkışlarının da yaşandığı büyük değişikliklerin sezonudur. Söz konusu durum, Moya’yı ve onun mürettebatını kurtarmak için birçok kurban verilmesini de kapsar. Öte yandan kötü bir başlangıç yapan ve sonraları sempatik bir takım üyesi haline gelen ateşli Jool’un (Tammy MacIntosh) dönüşüne de şahitlik ederiz. Bir diğer düzenleme ise, bazen içindekileri bağırarak boşaltacak kadar duygusal olan Stark (Paul Goddard) karakterine daha fazla yoğunlaşılmasıdır. Aslında asabi gözüken Stark, birinci sezonun sonlarında takıma dahil olur ve ikinci sezonun hadiselerinde ön planda rol oynar. Ancak belki de üçüncü sezonun en önemli olayı sahneye bir Crichton daha sürülmesidir.
Bu durum bilimkurguda yeni bir şey değil ama burada birçok farklılık söz konusu. Diğer Crichton uzun bir süre boyunca hayatta kalır ve hangi iki karakterin orijinal Crichton olduğu belirgin değildir. Biz asla gerçeği öğrenemeyiz ama bunun bir önemi de yoktur zaten, çünkü her iki Crichton da sempatiktir. Sezon şaşırtıcı şekilde uzun bir süre boyunca iki Crichton’ın maceralarını ayrı ayrı irdeleyerek ilerler. Crichton’ların karakterleri farklı deneyimlere bağlı olarak zamanla farklılaşmaya başlar. Moya’daki Crichton tuhaf ve komik hallere düşerken, Talyn’deki Crichton, Aeryn’e daha yakın olur ve Scarran‘larla mücadele eder. Kaçınılmaz olaylar meydana gelir ve Crichton’lardan biri bu olaylara maruz kalırken, diğer Crichton ise yakın arkadaşı tarafından ikinci sınıf Crichton olarak değerlendirilip nahoş tavırlarla karşı karşıya kalır. Ancak sezonun dönüm noktası, hiç kuşkusuz yanlış ellere geçmesi durumunda tehlikeli bir silah olabilecek solucan deliği yolculuğudur. Çünkü Scorpius, sayıca Peacekeeper’lardan fazla olan Scarran’lara karşı olası bir savaşta avantaj kazanmak için solucan deliği teknolojisini ele geçirmek istiyordur.
Efsanevi üçüncü sezon finalinin ardından, dizinin sona doğru yaklaştığını bilmek bile insanın içini burkmaya yetiyor. Dördüncü sezonda takım üyesi olacak iki karakterle karşılaşırız. Bunlar Kalish’li Sikozu (Raehill Hill) ve bitkisel karışımlarıyla kah ekibe destek kah da köstek olan ihtiyar Noranti’dir (Melissa Jaffer). Mürettabatımız, sezon boyunca hem Peacekeeper ve Scarran’larla hem de birçok vahim durumla yüzleşmek zorunda kalır. Ayrıca Peacekeeper’ların yeni komutanı Grayza da (Rebecca Riggs) dizinin akışında önemli bir konuma yükselir. Tüm bu gelişmeler, Scorpius’u belli vaatlerle kurulabilecek olası bir ittifak için Moya’ya getirtir. Son sezona dair altı çizilmesi gereken bir diğer şeyse Dünya’ya dönüştür. Crichton belki Dünya’sına döner dönmesine ama sonuçlar kendisi açısından çok tatmin edici değildir. Dünya’ya dönüş konusunun işlendiği bu bölümler, sezonun zayıf bölümlerini telafi eder niteliktedir. Özellikle Rygel sayesinde gülünç anlar yaşarız. Rygel’ın şekerlemeler başta olmak üzere biz dünyalıların yiyeceklerine karşı tutkusu bilhassa sırıtma nedenidir.
Kısacası Farscape, her biri diğerinden daha sıra dışı olan bir grup uzaylının maceralarını anlatıyor. Bambaşka bir galakside, bambaşka karakterler ve bambaşka maceralarla akıp giden dizi, bilimkurguya gönül vermiş herkesin seveceği türden bir yapım.
Hazırlayan: Emre İnanır