Daha önceki yazılarımızdan birinde bilimkurgu için şu ifadeleri kullanmıştık: “Bilimkurgu bize sınırsız hayal edebilme imkânı tanır. Bilimin önünden koşup ona yön verir, akıllara sorular düşürüp cevapları bulmaya teşvik eder. Bugün için mümkün olmayanı düşletir, bunu yarın mümkün kılabilmek için heveslendirir. Ya da yarın için korkulanı gösterip bugünden uyarı verir. Bilim ve teknoloji ilerledikçe o da gözünü daha yükseğe diker, daha farklı, daha imkânsız, ‘daha cesur yeni dünyalar’ tasvir eder.” Bunu tartışmasız, en iyi ve isabetli yapan yapım ise “daha önce hiç kimsenin gitmediği yerlere cesurca giden” Uzay Yolu‘dur. Cep telefonundan kablosuz kulaklığa, görüntülü aramadan üç boyutlu yazıcıya kadar birçok icadı, daha icat edilmeden dünyaya gösteren öncü bir dizidir Star Trek. Muhakkak, bugün kullandıklarımızın dışında, henüz tanışmadığımız teknolojiler de vardır her yönüyle ileri görüşlü Uzay Yolu evreninde.
Orijinal serinin 20. bölümü olan ve “Yarın Aslında Dündü” diye Türkçeleştirebileceğimiz “Tomorrow is Yesterday”, bu ileri görüşlülük bağlamında çok özel bir yere sahip. Bölüm günümüz Dünya’sında, Omaha’daki Amerikan Hava Kuvvetleri üssünün üzerinde birdenbire beliren bir cisim tespit edilmesiyle açılır. Derhâl UFO alarmı verilir ve cisme yakından bakması için bir pilot yüzbaşı yollanır. Yüzbaşının uçağı havalandığında söz konusu UFO’yu görürüz, hiç de yabancı değildir. Evet, Atılgan dünya semalarında öylece arz-ı endam etmektedir.
Hemen ardından öğreniriz ki, malzeme almak üzere Yıldız Üssü 9’a gitmekte olan Atılgan’ı, “kütle çekim gücü çok yüksek bir siyah yıldız” kendine çekmeye başlar. Yıldızdan uzaklaşabilmek için tam hızla geri gitmeye çalışırlar. Ama bu çekişme, “bir lastiğin kopması” gibi Atılgan’ı uzay içinde ileri doğru fırlatır. Nerede olduklarını bilmeden bir yerde duruverirler. Hemen hemen bütün sistemler zarar görmüştür, motorlar hasarlıdır. Işık hızı motorlarının çalışmadığı bildirilir. Mr Spock, yıldız kendilerini çektiğinde istikametlerinin dönük olduğu Dünya’nın yörüngesinde durduklarını söyler. Kaptan Kirk, Yıldız Filosu’nu bu siyah yıldızdan haberdar edip uyarmak ister. Ancak Yıldız Filosu kanalında sadece parazit vardır. Teğmen Uhura, başka bir frekanstan gelen sesi dışarıya verdiğinde ise şu cümleler duyulur: “05:30 haber özetlerinden merhaba. Burası Cape Kennedy. Ay’a ilk insan gönderme görevi Doğu kıyısı saati ile çarşamba sabah altıda gerçekleştirilecek. Bu tarihi olaya imza atacak astronotların üçü de…” Herkes hayrete düşer. Kaptan Kirk, “Ay’a insan göndermek mi? İyi de bu 60’ların sonundaydı,” der şaşkınlıkla. Mr Spock başını sallar: “Görünen o ki biz de oradayız.” Yıldızın çekim gücünden kaçmaya çalışırken bir zaman tüneline savrulmuşlardır.
Burada ilginç olan nedir? Bölümün yayın tarihi 26 Ocak 1967‘dir. Ay’a insanlı “üç astronotlu” ilk uçuş, bilindiği üzere 1969’dadır. Apollo 11’in Dünya’dan ayrıldığı tam tarih ise 16 Temmuz 1969 “çarşamba“dır.
Daha da ilginç ve trajik olansa, bölümün yayımlanmasının hemen ertesi günü, 27 Ocak 1967’de Apollo 1 faciası yaşanmıştır. Bilindiği üzere Apollo 1, Amerika’nın insanlı ilk Ay uçuşu, uzay teknolojilerini test etmek için bir alçak yörünge görevi olacaktı. 21 Şubat 1967’de yapılması beklenirken, uçuş hiç gerçekleşemedi. 27 Ocak’ta yapılan fırlatma provasında elektrik arızası sebebiyle saf oksijenle dolu kabin patladı ve görev için seçilen üç astronot; Virgil ‘Gus’ Grissom, Edward White ve Roger Chaffee feci şekilde can verdi. Aslında Virgil Grissom, uzay aracını ilk kez gördüğünde elektrik donanımının güvensiz olduğunu fark etmişti. Ama uzay yarışında Sovyetler’in gerisinde kalmış Amerika, Başkan Kennedy’nin 1961’de verdiği “60’lar bitmeden Ay’a gitme” sözünü –onun ölümünden sonra– tutabilmek için acele ediyordu. Grissom, uzay aracının eksikliklerini bildirmenin anca görevden alınmasına sebep olacağını tahmin ediyordu. Ve nice insan ve kendi seçimi olmadığı hâlde nice hayvan gibi, bu üç astronot da devletlerin uzay hırsının bedelini canlarıyla ödedi. Facia, uzay yolculuğunun deneme-yanılma metoduyla yapılamayacak kadar ciddi bir şey olduğunu hatırlatan bir güvenlik uyarısı olarak tarihe geçti.
Yine kronolojik gidersek, bölümde “siyah yıldız” diye adlandırılmasından hepimizin ne olduğunu anladığı “kara delikler” ise terim olarak John Archibald Wheeler’ın aynı yılın, 1967’nin sonunda yayımlanan bir konuşmasıyla dünyaya duyurulacaktı.
Hikâyeye dönersek, mürettebat zamanda geriye gittiklerini anlamıştır ki tam o sırada kendilerine yaklaşan uçağı fark eder. Kaptan, uçağın çekici ışınla gemiye çekilmesini ister ancak uçak bunun için yeterince güçlü değildir ve parçalanmaya başlar. Pilotu alelacele gemiye ışınlayıp yere çakılmaktan kurtarırlar. Yüzbaşı, kendisine anlatılan ve kulağa çılgınca gelen hikâyeyi anlamaya çalışır. O sırada Mr Spock’ın Kaptan’ı uyarmasıyla Yıldız Filosu’nun katı kurallarının temsiline şahit oluruz. Mr Spock, yüzbaşıyı aşağıya, dünyaya geri gönderemeyeceklerini, artık çok şey bildiğini, yüzbaşıya güvenseler de kötü niyetli kimselerin bu bilgilere ulaşması hâlinde bunun gelecek için tehlike teşkil edeceğini söyler. Yüzbaşının isyan edip ailesine, çocuklarına ne olacağını sorması karşısında kimsenin verecek bir cevabı yoktur. Spock, yüzbaşının “tarihe kayda değer bir katkısı olmadığı için” dünyadaki yokluğunun sorun olmayacağını söyler. Kulağa zalimce geliyor değil mi? Kuşkusuz öyle. Hatta Kaptan Kirk, yüzbaşının geleceğe adapte olamayacağını düşündüğünde Doktor Mccoy, “Belki yeniden eğitilip hazırlanabilir,” der. Kaptansa durumdaki açmazı ifade etmek için cevabı belli olan, “Ailesini, çocuklarını unutacak şekilde eğitilebilir mi?” sorusunu sorar.
Daha sonra Spock, yüzbaşının tarihteki rolünü araştırırken çocuklarını bu hesaba âahil etmediğini, yeni bulgulara göre yüzbaşının oğlunun uzay yolculuğu için kilit öneme sahip olduğunu, yüzbaşıyı mutlaka evine geri göndermeleri gerektiğini söyler. Yüzbaşı, “İyi de benim oğlum yok ki!” dediğinde, Doktor imalı bir gülümsemeyle, “Henüz yok,” diye düzeltir. Yani önce dünyadaki rolünü önemsiz bulup alıkoydukları adamı, dünyaya döndüğünde doğurtacağı oğlunun yüzü suyu hürmetine bırakmaya karar verirler. Ama başka bir sorun vardır: Kendileri zamanda mahsur kalmış, bir yere gidememektedir. Ayrıca yüzbaşının uçak düşmeden kanat kamerasıyla çektiği net fotoğraflar ve telsiz görüşmelerinin yok edilmesi şarttır. Yüzbaşı, ortada kanıt kalmazsa kendisinin yalancı ya da aptal konumuna düşeceğini söyler. Kaptan, “Hayır, siz de UFO gördüğünü sanan binlerce kişi gibi olacaksınız,” der. Burada Kaptan Kirk, sanki içinde hafif kinaye sezilen bir laf eder: “Tarih bilgim beni yanıltmıyorsa, bu tip şeyler meteoroloji balonu, parheli (yalancı güneş) gibi açıklamalarla geçiştiriliyordu. Halka böyle söylenebilir en azından.” Mr Spock ise çekici ışınların bir askeri uçağı parçaladığını hatırlatarak, bunu yapanın UFO, dahası saldırgan uzaylılar olmadığına kimsenin inanmayacağını vurgular. Bunun üzerine Kirk ve Sulu üsse ışınlanır. Ama tam aradıklarını bulmuşken enselenirler. Sulu delilleri alıp kaçarken Kirk yakalanır. Daha fenası, kazara Atılgan’a bir de çavuş ışınlanır. Kaptanın üs komutanı tarafından sorgulanması da oldukça eğlencelidir. Kirk, yüksek güvenlikli bir tesise nasıl girebildiğini anlamaya çalışan komutana, “İnanın, anlatsam inanmazsınız,” der çaresizce.
“Pekâlâ, gerçek şu ki ben Alpha Centauri’den gelen küçük yeşil bir adamım. Çok güzeldir oralar, mutlaka görmelisiniz.”
Nihayet Atılgan’a geri ışınlanabildiklerinde asıl soruna odaklanırlar. Motorlar tamir edilmektedir ama kendi zamanlarına nasıl döneceklerdir? Burada Spock ve Scotty, kütle çekimsel sapan etkisinden (slingshot effect) medet ummaktadır. Güneş’in manyetik çekimine doğru gidip son anda tam hız geri çekilirlerse fırlatma etkisinin onları yeni bir zaman tüneline atacağını hesaplamışlardır. Bu hesaba göre Güneş’e doğru hızlanarak giderken zamanda da geri gitmeye başlayacaklardır. Gökyüzünde belirdikleri anın öncesinde yüzbaşı ve çavuşu yere ışınlayıp sonra da geleceğe doğru gideceklerdir. Tabii bu oldukça risklidir.
-Vaktinde duramazsam kendi zamanımızı geçebiliriz. Ve motorları aniden durdurursam da gerilme bizi parçalayabilir. Her halükârda çok zorlu bir yolculuk olacak.
-Şansımızı denemeliyiz. Özellikle de elimizde zaten tek şans varsa.
Yüzbaşıyla vedalaşırken Kaptan Kirk’ün ima ederek, “15 yılınız var, elinizi çabuk tutun,” demesi ise geleceğe dair verilmiş bir kara haber gibidir aslında.
-Uzaya çıkacağımı hiç düşünmemiştim. Uzay programı için sıradaydım, ama hak kazanamadım.
-Etrafa iyice bakın yüzbaşı, herkesten önce siz uzaya çıktınız.
Star Trek, kuşkusuz kızışan uzay yarışı ve Kennedy’nin tarih vererek vadettiği hamlenin gerçekleşmesine dair umuduyla o “bir insan için küçük, insanlık içinse büyük” adımı, atılmasından iki buçuk yıl önce öngörmüştür. Ama fırlatmanın haftanın hangi günü yapılacağına kadar tutturan ince tahmini takdire şayandır. Tabii burada tebrik etmemiz gereken asıl kişiler, bölümün senaryosunu yazan Dorothy Catherine “D. C.” Fontana ve orijinal fikri taslak olarak sunan Robert H. Justman’dır. İşin ilginç yanı ise Justman’ın Gene Roddenberry’den tek kuruş bile telif ücreti alamamasıdır. Bu haksızlığı da Star Trek tarihine not düşmek gerekir.
Bu bölüm, aynı zamanda Atılgan’ın beş yıllık görevi sırasında Dünya’yı ziyaret ettiği ilk bölüm olmasıdır. Ayrıca, yüzbaşı geminin donanmaya ait olduğunu düşünürken Kaptan Kirk, Birleşik Dünya Uzay Araştırma Teşkilatı’na bağlı karma bir grup olduklarını söyler. Bu bilginin verilmesiyle Yesterday is Tomorrow, Charlie X dışında, Yıldız Filosu’nun bağlı olduğu otoritenin zikredildiği tek bölümdür. Atılgan’ın muallakta kalan zaman çizelgesine dair de küçük bir ipucu verilir. Üs komutanı, Kirk’ü sorgularken elinde kendisini 200 yıllığına içeri atmasına yetecek kadar suç delili olduğunu söyler, Kirk ise bu sürenin –muhtemelen aradaki zaman açığını kapatmak için- hemen hemen doğru olduğuna dair imada bulunur.
Yüzbaşı, ayrılırken Kaptan Kirk’e, “Kendisine geleceği gösterdikleri için,” teşekkür eder. Bu bölümü, yayımlandığında izleyen Star Trek hayranları da dizinin emektarlarına aynı teşekkürü borçludur. Çünkü dizi, söz konusu bölümüyle onlara da geleceği göstermiştir. Hem de isabetli bir şekilde…