Ahsoka Tano’nun hayatını anlattığımız yazıda, seçtiği hiçbir yolun kendi olma mücadelesinin önüne geçmediğinden bahsetmiştik. Ahsoka daima kendi olmayı yeğlemiş ve buna dair seçimleri yaşamını belirleyen biricik yol ayrımları hâlini almıştır. Dave Filoni de buradan hareket eden bir dizi yazmayı uygun görmüş. Timothy Zahn’ın 1991-1993 yılları arasında yayımlanan Heir to the Empire üçlemesinden esinlenen Filoni, Ahsoka’nın yolculuğunu Amiral Thrawn’ın bahsi geçen hikâyesiyle birleştiriyor. Rebels’ın devamı niteliği de taşıyan yapımda, Ahsoka’nın haricinde çırağı Sabine Wren’i ve yine Rebels’tan tanıdığımız pek çok karakteri tekrar izleme fırsatına kavuşuyoruz.
Rosario Dawson’ın bir kez daha Ahsoka Tano olarak arzı endam ettiği yapımın kadrosunda Huyang’i seslendiren canımız doktor David Tennant’ın yanı sıra çekimlerden çok kısa süre sonra hayatını kaybeden Ray Stevenson da yer alıyor. Jedi Katliamı öncesinde Anakin ve Obi-Wan gibi pek çok Jedi ile birlikte tapınakta görev yapan Baylan Skoll’u başarıyla, hatta ustalıkla canlandıran Stevenson’ın yapıma damga vurduğu aşikâr.
Ahsoka’nın duyduğu şüpheler arttıkça ve sezgileri bir şeylerin yanlış gittiğine dair kendisini uyardıkça daha fazla sorgulamaya, soruşturmaya yöneliyor. Bu sezgileri de aslına bakılırsa yersiz değil. İmparatorluğun yükselişini dün gibi hatırladığından, karanlığın nasıl sinsice ilerlediğini ve ansızın kuşatıverdiğini iyi biliyor. Şimdi de planlanan şeyin isyandan sonra ortadan kaybolan Amiral Thrawn’u geri getirmek olduğunun bilincinde. Pek çok kişi öldüğünü düşünse de, Ahsoka gerçeklerin asla böyle olmadığına kanaat getirecek kadar bilge. Nihayetinde araştırmaları onu bir haritaya götürüyor. Epey meşakkatli bir sürecin sonunda Thrawn’a dair ize ulaşıyor. Oysa arayan yalnızca o değil.
Bu yolculuğunda kendisine daima eşlik eden droidi Huyang, haritayı okuması konusunda eski bir dosta danışmasını öneriyor. Ayrıca isyan sırasında birlikte savaştıkları dostu Hera (Marry Elizabeth Winstead)’nın da kurulan Yeni Cumhuriyet’teki başarılarından ötürü generalliğe yükseltildiğini görüyoruz. O da Huyang’le aynı şeyi önerince Ahsoka denemeye karar veriyor ve yıllar önce karanlık tarafa olan eğilimi sebebiyle eğitmeyi bıraktığı çırağı Sabine (Natasha Liu Bordizzo)’e gidiyor. Haritayı çözmesi için yardım istiyor. Ancak Sabine her zamanki asiliğiyle başını belaya sokacak bir karar alıyor ve ortalığı karıştırıyor. Ahsoka’nın yolculuğu, böylece geçmişiyle geleceği arasında bir köprü kurma ya da başka bir deyişle yıllar önce yıkılanı yeniden inşa etme sürecine dönüşüyor.
Ahsoka Tano’yu ilk olarak The Clone Wars serisinde gördük. Henüz çok genç bir çırak olarak Anakin’den eğitim almaya başladı. Dizide bahsedilen süreç boyunca bu yolculuğu izledik ve Ahsoka’nın kimliğini inşa etmesini adım adım gözlemledik. Anakin’in aykırı veya ayrıksı diyebileceğimiz yanını en iyi temsil eden oydu. Filmlerde tam olarak yansıtılamayan ama The Clone Wars’ta bilhassa karşımıza çıkan şey buydu. Köle olarak büyüyen Anakin’in üstüne annesini kaybetmesi, onda güce dair derin korku ve sorular oluşturdu. Her şeye öfkeyle yaklaşan Anakin’in belki de merhametini gördüğümüz nadir anlar Ahsoka’yla yaşanan sahnelerdi. Zaten dizinin içinde de Dave Filoni’nin buna dair yaptığı dokunuşlar önemli.
Diğer yandan, Ahsoka’nın özgür olarak kendini bulma isteği de Anakin’in etkisiyle oldu denebilir. Karanlık tarafa geçen Anakin’le Jedi düzeninden ayrılan Ahsoka’nın ortak noktası, ikisinin de sistemin çürümüşlüğüne dair görüşleriydi. Kanserli hücrelerle sarmalanan, işlemez hâle gelen ve kendini imha etme aşamasında olduğunu net biçimde gösteren işleyişin yegâne amacı bu ölümü uzatmak gibi görünüyordu. Aralarındaki fark ise Ahsoka’nın her ne olursa olsun biat etmeme arzusuydu. Belki bunu ustası öğretti ama onun aksine korkularının kendisini yutmasına izin vermemek için epey mücadele etti. Üstelik Anakin’in Darth Vader oluşuyla birlikte Ahsoka açısından yarım kalan sadece Jedi eğitimi değildi; dünyada sesinin karşılık bulduğu tek insanın artık yok olduğunu kabullenmek zorundaydı.
İşte Ahsoka’nın tüm yaşam mücadelesi burada yatıyor. Dizide Dave Filoni, Thrawn, Ezra ya da başka karakterlere de yer vermesine rağmen aslında Ahsoka’nın oluş sürecini gözler önüne seriyor. Özellikle Sabine’e her baktığında duyduğu korku, bir bakıma Luke’un Kylo’ya gösterdiği tavra benziyor. İkisi de aynı şeyin tekrar yaşanabileceğinin, gücün yanlış ellerde yaratabileceği etkinin farkında; bundan ötürü Obi-Wan’ın yaşadığı gibi ölümü getiren olmak istemiyor. Fakat Ahsoka, yolculuğunda bu köprüyü yeniden fark ediyor ve bazı şeylerin yalnızca tercihlerden ibaret olduğunu anlıyor. İşte dizinin vurucu noktası da burada beliriyor. Çünkü geçmişin gölgesinin geleceği örtmesine müsaade etmemek gerekiyor.
Ahsoka, senaryoda kimi sıkıntılı ve kendini tekrar eden kısımlarına rağmen elle tutulur bir hikâye anlatmayı başarıyor. Böylece külliyata da hatırı sayılır bir katkıda bulunuyor.