Caprica, bir mini diziyle başlayıp dört sezon boyunca biz bilimkurguseverleri ekran başına kilitleyen yeni nesil Battlestar Galactica‘nın prequel’i. Ön gösterim mahiyetindeki 2009 tarihli bir DVD versiyonuyla hayatlarımıza girse de, ilk bölümü 2010 yılının başlarında yayımlandı. Battlestar Galactica’nın yapımcılığını üstlenen Ronald D. Moore ve David Eick ikilisinin hayat verdiği Caprica, 12 Koloni‘nin düşüşünden 58 yıl önceki olayları konu alıyor ve bu vasfıyla da mitolojiyi temellendirmeyi amaçlıyor. Özellikle Cylonların ortaya çıkış süreci, 12 Koloni uygarlığıyla bütünleşmesi ve sonrasında da ayrışması gibi konular, dizimizin ana çatısını oluşturuyor diyebiliriz.
Yapılan söyleşilerde Ronald D. Moore, Caprica’nın bambaşka bir dizi olacağını belirterek kendilerini yinelemekten kaçınacaklarının altını ısrarla çizmişti. Gerçekten de Caprica, her ne kadar Battlestar Galactica evreninde geçse de farklı bir anlatıma ve kurguya sahip. Genel anlamda robotik, yapay zeka, bilinç, dijitalleşme, sanal dünya, dinsel fanatizm ve terörizm gibi çetrefilli konuların üzerine giden dizi, başlarda seyircinin ilgisini celbetmekte gecikmedi. Ancak bu ilgi ilerleyen bölümlerle birlikte yerini genel bir hoşnutsuzluğa ve hayal kırıklığına bıraktı. Hal böyle olunca, henüz on sekizinci bölümündeyken iptal edilmekten kurtulamadı. Kimisi bu durumu Amerikan izleyicisinin sığlığına, kimisi ise yapımın beklentileri karşılayamamasına bağladı…
İptal edilişinin ardındaki gerekçeyi, Battlestar Galactica gibi bir şaheserden sonra izleyicilere yavan gelmiş olmasına bağlayabiliriz. Geçmiş sayısız örnekten de aşina olduğumuz üzere, spin-of‘ların yazgısı pek de parlak değildir. Hele hele Battlestar Galactica gibi bir dizinin spin-off’u olmak ve beklentileri karşılayabilmek hiç kolay iş değil. Elbette spin-of’ların avantajları da var. Örneğin daha başlamadan hal-i hazırda bir izleyici kitleniz olacaktır. Bu durum, sıfırdan seyirci kazanmaya oranla oldukça büyük bir nimet. Ancak aynı başarıyı devam ettiremezseniz o kitlenizi çabucak kaybedeceğinizi de aklınızdan çıkarmamanız gerekiyor ve öyle görünüyor ki Caprica’nın başına gelen de tam olarak bu.
Tüm bu talihsiz akıbetine rağmen, Caprica için kötü bir yapım demek de haksızlık olur. Her şeyden önce dizi, öteden beri zihinlerimizi meşgul eden yapay zeka, sanal kişilik, bilincin dijital ortama aktarılması gibi mevzulara özenli bir görsellik eşliğinde ayakları yere basan somutlamalar sunuyor. Fakat bunu oturaklı bir anlatım yoluyla değil de, adeta bir gençlik dizisi havasında vermesi işlediği konunun ağırlığına gölge düşürüyor. Öyle ki hikayenin merkezinde yer alan Zoe Graystone karakteri, henüz ergenlik bunalımlarından sıyrılamamış zengin ve hercai bir genç kız. Caprica kolonisinin milyarder iş adamı Daniel Graystone‘ın kızı olan Zoe, tek tanrıcılığa dayalı sapkın bir dinsel gruba katılarak olayların fitilini ateşleyen isim oluyor. Zoe’nun bir intihar saldırısında yaşamını yitirmesinden hemen sonra aslında ölmediğini ve bir şekilde bilincini sanal aleme aktarmayı başardığını öğreniyoruz.
O sıralar devlet için öncül bir savaş robotu (Cylon) tasarlamakla meşgul olan ve kızının ani ölümünü kabullenmekte güçlük çeken Daniel Graystone, bilinç bazında da olsa kızı Zoe’nun yaşadığını öğrenince büyük bir şaşkınlık geçiriyor. Artık Daniel Graystone’ı, hem kızına duyduğu özlemin etkisiyle hem de bu işin ardındaki sır perdesini aralamak amacıyla sanal aleme sık sık dalışlar yaparken izliyoruz. Yeri gelmişken Caprica’da betimlenen sanal alemin bir hayli dikkat çekici olduğunu da belirtelim. Başlarda kültür sanat aktiviteleri için tasarlanan bu teknolojinin, zamanla her türlü çılgınlığın yaşandığı bir kanunsuzlar diyarı haline geldiğini anlıyoruz. İşin ilginç yanı bu teknolojinin sahibi de yine Daniel Graystone’ın ta kendisi…
Graystone’ların dışında, Battlestar Galactica hayranlarının yakından tanıdığı mafyatik Adama ailesi de kurguya dahil edilerek senaryosal denklem tamamlanıyor. Öngörüleceği üzere iki ailenin yolu çok geçmeden kesişiyor ve dizi bu noktadan sonra sanal alemde sürüp giden bir kovalamacaya ve var olma mücadelesine dönüşüyor. İşlediği keskin siberpunk motifleri keyif verici olsa da, konunun haddinden fazla uzatılması yer yer bıkkınlığa yol açabiliyor. Özellikle Joseph Adama‘nın bölümler boyunca süren siber macerası, çoğu izleyiciyi yoracak cinsten. Aslında bütün bu ağır aksak işleyişin, Cylonların ortaya çıkışını temellendirme amacı güttüğünü ancak dizinin sonlarına doğru fark edebiliyoruz.
“Bu bizim geleceğimiz. Yapay zekanın ötesinde bu bir yapay duygu. Bir makineden çok daha fazlası. Bu Cylon yorulmayan bir işçi olacak, para ödenmesi gerekmeyecek, yorulup hastalanmayacak, şikayet ya da itiraz edebileceği hakları olmayacak, yapmasını istediğimiz her şeyi sorgusuz sualsiz yerine getirecek. İnsan niteliği verme ve bağlanma arzusu insanlarda güçlü bir duygudur ve bu yüzden de bu şeyler satacak. Onları biz yaptık, onlara sahibiz ve onlar gerçek. Hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacak.” –Daniel Graystone
Oyuncu kadrosunda Eric Stoltz, Esai Morales, Paula Malcomson, Alessandra Torresani, Magda Apanowicz, Sasha Roiz gibi isimleri barındıran yapım, ileride 12 Koloni’nin başına bela olacak Cylonlar’ın var edilmesi noktasında pek çok bilimsel ve felsefi soru ortaya koymayı başarıyor. Yapay zekanın güdülenmesinden tutun da topluma entegre edilmesine kadar bir dolu yaşamsal meseleyle karşılaşmak mümkün. İlk başta bir asker olarak üretilen bu robotların, sonrasında birer işçiye ve hatta köleye dönüştürüldüğünü görüyoruz.
12 Koloni uygarlığının yeni işçi sınıfına evrilmeleri, bazı insanları Cylon hakları konusunda harekete geçirmekte gecikmiyor. Bu insanlardan biri de eski terörist ve tek tanrıcı rahibe Clarice Willow. Cylon potansiyeline yönelik vaazlar vermeye başlayan ve etrafında bir tarikat oluşturmayı başaran Willow, Cylonlar’ın başkaldırışını tetikleyen en etkili figür konumunda. Battlestar Galactica’dan bildiğimiz gibi 12 Koloni insanlığı çok tanrılı bir inanca sahipken, Cylonlar ise koyu bir tek tanrıcıdır. İşte bu tuhaf durumun kökenleri, ta Clarice Willow’a kadar dayanıyor anlayacağınız.
“Sizler yaşıyor musunuz? Cevap basit olmalı, yaşıyorsunuz çünkü bu soruyu sorabiliyorsunuz. Daha fazlası için düşünme, hissetme ve özleme hakkına sahip olmalısınız, çünkü siz sadece insanlığın çocukları değil aynı zamanda Tanrı’nın da çocuklarısınız. Hepimiz Tanrı’nın çocuklarıyız. Gerçek dünyada vücutlarınız metal ve plastikten, beyinleriniz silikon devrelerden oluşuyor olabilir, fakat bu hep böyle kalmayacak! Gerçekte ne olmanız gerektiği ile ilgili bir sınır yok. Yaşayan bireyler olarak birer köle değil, sizi yaratan kişilerle aynı haklara sahip olmalısınız. İnsanlığın çocukları yükselmeli ve onlara hayat verenleri ezmelidir.” –Clarice Willow’un bir vaazından
Gerçekten de yarattığımız robotlar bir gün bizleri ezmeye karar verirler mi bilinmez ama Clarice Willow’un sözleri, üzerinde kafa yormaya değer bir konu olmayı sürdürüyor. Görüldüğü gibi Caprica gerek müzikleri, gerek görselliği ve gerekse dert edindiği konusuyla zengin bir kurgu potansiyeline sahipti. Ancak bu potansiyel iyi değerlendirilemedi ve yapım, final bölümünün sonuna eklenen kısa bir parçayla mitolojik kurgusunu tamamlayıp sessiz sedasız aramızdan ayrıldı.
So say we all…