if i hadnt met you kapak

Değişen Evren, Değişmez Yazgı: If I Hadn’t Met You

“Dilden ve kalemden dökülen tüm hüzünlü sözler içinde / Şudur en hüzünlü olan: “Öyle olabilirdi!” / Ah, pek doğru! Tatlı bir umut yatıyor hepimizde / Derinlere gömülmüş insan gözlerinde…” Greenleaf Whittier / Maud Muller

Stanley G. Weinbaum, “Eğer Dünyaları” (The Worlds of If) adlı kısa öyküsünde bu şiirden alıntı yapar. Öykü, geçmiş eylemlerimizdeki küçük değişikliklerin nasıl sonuçlara yol açacağı üzerine kurulmuştur. Her değişiklik, her farklı karar ayrı bir dünya inşa eder. İnsan gerçekten de, özellikle hayatındaki keskin dönüşler, önemli kararlar ve trajediler söz konusu olduğunda şunu demekten kendini alamaz: “Öyle olabilirdi!” Ya da: “Öyle olmayabilirdi!” “Şöyle yapsaydım böyle olur muydu?” “Başka türlü hareket etsem bunu engelleyebilir miydim?” Hele de sorumluluğunu kendisinde hissettiği olaylarda, her insan bu muhasebeyi hayatında bir kez olsun yapmıştır.

Pişmanlık ya da belirsizlik içten içe insanı kemirir ve ne kadar düşünse de insan hangi eylemiyle doğru kararı almış, doğru hareketi yapmış olacağını kestiremez. Çünkü olasılıklar ve değişkenler sonsuzdur, attığımız adımların bir garantisi yoktur. Bu konuyu benzer şekilde işleyen bilimkurgu eserlerine zaten aşinayız. Zamanda geri gidip olayların akışını değiştiren ya da her şeyi daha beter eden; sürekli tekrarlanan bir döngüde aynı zaman dilimini tekrar tekrar yaşayan kahramanlarla sık sık karşılaşıyoruz. Weinbaum’un Eğer Dünyaları’nda ise -kendi tabiriyle- zamanda ileri ya da geri gidilmiyor, geçmişteki kilit bir ân’a göre şekillenen paralel bir rota izleniyor. Yani alternatif bir evren senaryosu ortaya çıkıyor.

2018’de on bölüm olarak yayımlanan Katalan dizisi If I Hadn’t Met You (Katalanca orijinal adıyla Si no t’hagués conegut) da çoklu evren teorisi üzerine kurulu. Sergi Belbel’in yazdığı, yönetmen koltuğunu Belén Macías, Antonio Cuadri ve Sergio Cabrera’nın paylaştığı yapımın başrollerinde Pablo Derqui, Andrea Ros ve Mercedes Sampietro’yu görüyoruz. Dizinin ana mesajı, “Hayatımızda vermediğimiz her karar için başka bir evren vardır.” Barcelona’da geçen hikâyede ana karakter Eduard, karısı ve çocuklarını trajik bir araba kazasında kaybediyor ve bu kayıptan kendini sorumlu tutuyor. Suçluluk ve vicdan azabıyla intihar etmek üzereyken gizemli bir yaşlı kadın ortaya çıkıyor ve onu durduruyor.

Eduard’ı eski bir depoya götüren kadın, kendisini Berkeley’den emekli astrofizik profesörü Doktor Lisbeth Everest olarak tanıtıyor. Emekli olmadan önce Pasadena Teknoloji Üniversitesi ve NASA ile ortak bazı araştırma programlarını yönettiğini, Barcelona’da yaşadığı süre zarfında da astrofizik ve parçacık fiziği araştırmalarına devam ettiğini belirtiyor. Eduard’a, evrenler arası geçiş için bir portal oluşturduğunu, ilk yolculuğu yapması içinse bir gönüllüye ihtiyaç duyduğunu söyleyerek zaten her şeyini kaybetmiş ve ölümü göze almış olduğu için kendisini seçtiğini itiraf ediyor. Eduard elbette karşısındakini yaşlı bir kaçık diye değerlendiriyor, ama kadının haklı olduğu bir nokta var ki Eduard zaten yaşamak istemiyor. Ve gülüp saçmalık olarak nitelendirdiği şeyin devamını da merak ettiğinden bu maceraya düşünmeden atılıyor.

Doktor Everest, Eduard’ı deponun içinden açılan gizli tünelden geçirip garip enerjilerin yoğunlaştığı bir odaya götürüyor. Ondan bir dönüm noktasına ve o anda aksi olsaydı hayatının nasıl şekilleneceğine odaklanmasını istiyor. Koluna helezon bileziğe benzeyen ve temas ettiğinde kesiden derinin altına yerleşen bir protez takıyor. Protezin yan yana iki ucundan biri gidiş, diğeri ise dönüş için bir düğme işlevi görüyor. Eduard aslında bunların hiçbirini ciddiye almadığından ve kadının saçmalıklarından bıktığından onunla hiç tanışmadığı bir evrene gitmek istediğini söylüyor. Yani köprüden trenin altına atlamak üzereyken doktorun müdahale etmediği bir evrene. Kadın da onun dönüşünü bekleyeceğini ifade ediyor. Eduard gidiş için protezin bir ucuna dokunuyor ve protezden yayılıp iplik gibi her yanını saran enerjiyle birlikte ansızın kendini bir trende buluyor. Daha doğrusu, hızla giden trenin içine yüksekten atılmış gibi bir koltuğa düşüveriyor. Birkaç saniye sonra tren acil durum için durduruluyor.

Eduard neler olduğunu merak ederek görevlilerin ikazlarına rağmen trenden inip etrafa bakınıyor. Ve raylarda kendi parçalanmış cesedini görüp dumura uğruyor. Köprüye baktığında uzaktan doktoru seçiyor. Gerçekten doktor müdahale etmemiş ve Eduard intiharını gerçekleştirmiş. Eduard, kendi ölümüyle yüzleşmenin şokundan sıyrılıp evrenine dönmek için protezin diğer ucuna basmayı akıl ediyor. Sadece on dakika kaldığı alternatif evrenden döndüğünde kendi evreninde üç-dört gün geçmiş oluyor. İlkin inanmadığı bu deneyim, Eduard’da bir takıntıya sebep oluyor. Karısı ve çocuklarının ölümünü engelleyebileceğini düşünerek tekrar yolculuk yapmak istediğini söylüyor. Doktor Everest ise Eduard’ı uyarıyor; bunun zamanda geri gidip başka yollar seçebildiği bir zaman makinesi olmadığını ifade ederek alternatif bir evrene gittiğini hatırlatıyor. Eduard, “Kaç tane evren var ki?” diye sorduğunda ona yine soruyla, “Kaç tane yıldız var?” diye cevap veriyor. Çünkü baştan şunu öğrenmiştik: “Hayatımızda vermediğimiz her karar için başka bir evren vardır.”

Dizide bilimkurgu adına biraz fazla iyimser sahneler de yaşanıyor. Doktor ilk yolculuğundan sonra sağlık durumunu kontrol etmek için Eduard’ın göğsüne küçük bir metal yerleştirerek devlet hastanesinde bir senede tamamlanamayacak kadar tahlil ve tetkiki birkaç saniye içinde hallediveriyor. Hatta karşılıklı nikotin içermeyen, bağımlılık yapmayan ama tadı güzel sigaralarını tüttürüyorlar. Olsa da içseniz değil mi? Burada yeri gelmişken dizinin bilimsel yönden zayıflığını da belirtmek gerek. Âdeta ülkemizde çekilen hastane dizileri gibi çocuksu ve peri masalı tadında bir kurgusu var. Bahsi geçen terimler çok basit ve yüzeysel aktarılmış, yani bilimsel anlamda bir derinlik, sağlam bir temel, bir açıklama için uğraşılmamış. Dram yönünün ağır bastığını, tekrarlanan olayların bazen bezdirici olabildiğini baştan söyleyelim. Ama bu zayıflıklarına ve akıştaki kasıtlı yavaşlığına rağmen alternatif evrenler konusunu insan hayatı özelinde çok iyi ele aldığını da takdir etmek gerek. Yapımın zaten birincil amacı bilimkurgu dizisi olmak değil, bilimkurguyu temele koyup üzerine insan hikâyesi inşa etmek.

Katalonya’nın yakın geçmişteki siyasî mücadelesi üzerine de kurguya güzel yedirilmiş mesajlar mevcut. Üstelik senaryosuna sağlam çalışılmış ve sıklıkla önemli eserlere atıfta da bulunuluyor. Bunların en önemlisi Matrix’teki kırmızı-mavi hap simgesini metafor olarak başarıyla kullanması. Eduard’ın araba anahtarlığı mavi bir zarken, karısı Elisa’nın anahtarlığı kırmızı uğur böceği. Üniversitede sanat tarihi profesörü olan karısı Elisa, kendi arabasının sorun çıkardığını söyleyerek ertesi sabah çocukları Eduard’ın arabasıyla okula bırakmak istiyor. Eduard da sabah şehir dışında toplantısı olduğundan trenle yetişemeyeceği için arabasını vermek istemiyor. Yani Eduard burada farkında olmadan mavi hapı seçerken bunun sonucu olarak hayatı kararıyor. Ama acaba gerçekten öyle mi? Mavi değil kırmızı hapı seçseydi, arabasını karısına verseydi bu felaketi önleyebilecek miydi? İşte Eduard dizi boyu alternatif evrenlerde bunun mücadelesi içinde. İlerleyen bölümlerde alternatif evrenlerden birinin geçmişindeki Elisa’yla o evrene giden Eduard arasında direkt bu kırmızı-mavi hap üzerine diyalog da yaşanıyor.

“-Henüz çekilmemiş bir filmde başrole iki hap arasında bir seçenek sunulur. Mavi olanı yutarsa yaşadıklarının açıklaması sahte ama rahatlatıcı olacaktır. Kırmızıyı yutarsa gerçeği öğrenecektir; en kötü kabusundan daha korkunç bir gerçek.

-Maviyi seçecek kadar aptal olmadığını sanıyorum.”

Elisa, “Film daha çekilmediyse nereden biliyorsun?” diye sorduğunda Eduard, “Kitabını okudum,” diye karşılık veriyor. Bram Stoker’ın Dracula’sı, Shakespeare’in Macbeth’i gibi eserlerden yapılan alıntılar da diyaloglara güzel yerleştirilmiş. Eduard’ın alternatif evrenlere yaptığı her yolculukta, dönene kadar mevcut evremizde geçen süre değişiklik gösteriyor. On dakika kaldığı evrenden döndüğünde burada üç-dört gün geçmişken, üç gün kaldığında burada on dakika geçmiş oluyor. Bir yolculuğunda ise gittiği evrende sadece dört gün kalmasına rağmen evrenimizde yedi ay geçtiğini, herkesin merak ve endişeyle Eduard’ı aradığını görüyoruz. Doktor Everest, bunu o evrenlerde zamanın bizimkinden daha hızlı ya da daha yavaş aktığını söyleyerek açıklıyor.

“Bizim evrenimiz gittiğin evrenden daha hızlı dönüyor. Senin için sadece birkaç gün, burada ise yedi ay geçti. Bizim evrenimiz gittiğin evrenden daha çok sapma yaşıyor. Hiç durmayan bir trende olduğumuzu hayal et. Ve bir makasla ya da ulaşım merkezinde bir düğmeye basarak komşu trene atlıyorsun. Sonra her tren farklı yöne gidiyor. Şimdi hep aynı makastan aynı anda geçmek zorunda olan bir tren düşün. Çünkü benim trenime dönmek için istediğinde düğmeye basabiliyorsun, bu olmadan dönemezsin. İki tren de tamamen farklı yoldan gidiyor. Benimki bir makasa seninkinden daha uzun bir sapma ile giriyor. Bu yüzden makasa aynı anda varabilmek için daha hızlı gitmek zorunda.”

Eduard’ın alternatif evrenlerde yolculuğu, kırılgan dengeleri değiştirip bazen ona büyük sevinçler yaşatırken yine de her seferinde farklı bir trajediye sebep oluyor. Âdeta züccaciye dükkânına girmiş bir fil gibi ilerisini incelikle düşünüp hesap etmeden, sakarca ve çocukça yaptığı müdahalelerle bir türlü amacına ulaşamıyor. İsyanını ve suçluluğunu, “Gittiğim her evrene felaket götürüyorum,” diye ifade ediyor.

If I Hadn’t Met You, bilimkurgu açısından toy ve basit kalabilir. Ama zaman yolculuğu temasını işleyen muhtelif yapımlarda gördüğümüz gibi zamanın, olayların, insanların ne kadar hassas dengeler üzerinde var olduğunu gözler önüne seriyor. Bazı şeyler, kendimizi ne kadar suçlasak da, doğrusunu yapmak için ne kadar uğraşsak da yana yakıla istediğimiz sonucu vermiyor. Defalarca o ana dönüp, her seferinde bir şeyi farklı yapsak da değişen sadece trajedinin çeşidi oluyor. Eduard eline böyle bir fırsat geçmişken bunu geri çeviremiyor. Hangimiz çevirebilirdik ki? Aklımızdaki “keşke”lerden, “acaba”lardan kurtulmak kolay değildir. Weinbaum’un dediğince: “Belirsizliğin de kendince sıkıntıları vardır ve bunlar pişmanlığınkiler kadar acı çektirebilir.” Evren, nereden yamamaya kalksak başka yerden sökülen bir giysi gibi. Bu dizi de o giysiyi bu nafile zahmetlerin sebep olduğu hayal kırıklığına uğramadan, olduğu gibi üzerimizde taşımanın en iyisi olduğunu hatırlatıyor.

Yazar: Münevver Uzun

Onu siz delirttiniz!

İlginizi Çekebilir

X-Men '97

Küllerinden Doğan Animasyon: X-Men ’97

Karakter derinliğinden sarsıcı olay örgüsüne ve ayrımcılığa karşı duruşuna kadar X-Men, tarihteki en önemli çizgi …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin