Game Of Thrones, son yılların en çok ilgi çeken televizyon dizilerinden biri. George R.R. Martin’in A Song of Ice and Fire adlı serisinin ilk kitabından ismini alan yapımın her bölümü prodüksiyon açısından bir sinema filmi kalitesinde. Kısaca GOT olarak anılan dizi, George R.R. Martin’in Orta Çağ üzerine temellendirdiği bir fantastik kurgu. GOT dünyasında olaylar genellikle Westeros adlı kıtada geçiyor. Bu kıta, yolculuk sürelerini de göz önüne alırsak İngiltere boyutlarında olmalı. Çeşitli krallık aileleri, Demir Taht’a çıkabilmek için entrika ve savaş dolu mücadelelere girişiyor. Ayrıca Venedik, Ortadoğu ve Asya’yı temsil eden Essos kıtası da var.
Kurgunun unsurları monarşi ile yönetilen devletler, dinler, krallıklara borç veren Demir Bank (Kağıt parayı Cengiz Han’dan sonra tahta geçen Kubilay Han sayesinde kullanmaya başlıyor insanlık. Kağıt paranın mucidi Moğollar yani ve GOT’ta demir bank denilmesi tesadüf değil), savaşçı kabileler, Eskişehir’deki üstatlar ve çarkın dişlileri arasında ezilen küçük insanlar olarak göze çarpıyor. Buraya kadar gerçekliği bozan bir unsur yok. Ejderhalar, ateşte yanmayan soy, çeşitli dinler, tanrılar, kısıtlı büyü, ölümden dönen karakterler, Buz Duvarın ötesindeki Whitewalker’lar ve yürüyen ölüler ise işin fantastik unsurları. Karakterler ilgi çekici ve zekice yazıldığı için, dizi herkesin sevebileceği veya empati kurabileceği insan öyküleri içeriyor. Entrikalar ve savaşlar da heyecanı katmerliyor.
Peki, Game Of Thrones içeriğinde bir bilimkurgu yazılamaz mı? Bir başka deyişle; GOT nasıl bilimkurgu olur?
Öncelikle dizideki dünya manzarası, anlatılmak istenen entrika ve toplum yapısını basit kılsın diye George R.R. Martin tarafından kasten Orta Çağ düzeyine indirilmiş olabilir. Bunu sağlayacak pek çok gerçekçi neden ileri sürebiliriz. Zira uygarlıkları geriye götüren felaketlerin yaşanması pekala mümkün. Hatta yürüyen ölüleri bile mutasyon, radyasyon gibi belirli olay örgülerinin sonucu olarak ele alabiliriz. Zaten günümüzde vampirlerden kurt adamlara, zombilerden insan üstü güçlere sahip mutantlara kadar birçok unsur bilimkurguya başarılı şekilde yedirilebiliyor. Dolayısıyla bu tip anlatıları barındıran yapımlara peşinen fantastik etiketi vurmadan önce bir kez daha düşünmekte yarar var. Zira altlarında ciddi bir bilimsel temel yatıyor olabilir.
Örneğin I Am Legend‘in vampirlerini ya da 28 Days Later‘ın zombilerini fantastik bir unsur olarak değerlendiremiyoruz. Çünkü bu kurguların ardında inandırıcı gerekçeler var. Kaldı ki tüm bunları bir kenara bırakıp, dizideki dünya ve ekosistemi çok daha basit bir açıklamayla da ele alabiliriz. Belki de Game of Thrones’un dünyası yabancı bir koloni gezegenidir. Roger Zelazny’nin Lord of Light‘ını düşünelim; orada bir koloni dünyası vardı. Dünya’dan gelen daha gelişmiş bir geminin tayfası tarafından Orta Çağ seviyesinde tutuluyorlardı. Gemi tayfası da onlar üzerinde Hint tanrıları olarak hüküm sürüyordu. Bu başarılı örnekten yola çıkarsak, insanlar tarafından kolonileştirilmiş bir dünyadaki torunlarımız bir felaket sonrası kökenlerini ve bilgiyi unutacak kadar ilkelleşmiş ve zamanla Orta Çağ seviyesine kadar ilerleme sağlamış olabilirler.
Kısaca özetlemek gerekirse; bir dünya koloni edilir. Koloniciler ellerindeki teknolojiyi ve bilgileri kaybedecek bir felaket yaşar. Birkaç nesil sonra başka bir dünyadan geldiklerini, daha gelişmiş olduklarını hatırlayan kimse kalmaz. Kalan insanlar çoğaldıkça monarşik yönetimler ortaya çıkar ve Orta Çağ uygarlık seviyesine ulaşırlar. Şimdi elimizde bilimkurgu temelli ilkelleşmiş bir dünya kurgumuz oldu. Bunu zorlama bir kurgu olarak da değerlendirmeyin. Çünkü bilimkurgunun pek çok ustası bu tip kurguları zamanında başarılı şekillerde zaten kullanmışlardı. En basitinden Isaac Asimov’un Vakıf serisinde bile, çöken imparatorluğun ardından barbarlık çağına gerileyen galaktik bir toplumla zaten karşılaşmıştık.
Peki ya hepimize fantastik gibi gelen yaratıklar ne olacak? Bu canlıları, koloni edilen gezegenin yerlileri olarak ele alabilir miyiz? Elbette, neden olmasın? Bu şekilde düşününce at benzeri binek hayvanları ya da ateş püskürten ejderhavari yaratıkları kolayca açıklamış oluruz. Hatta Ak gezenleri de, ölü insan bedenlerini ele geçirebilen yerli zeki yaşam formlarına dayandırabiliriz. Bir çeşit zeki virüs türünün, ölü bedenlerin içine yerleşerek onları kontrol etmesi kolaylıkla bilimkurgu olarak değerlendirilebilir. Bu virüsleri Stargate‘in parazit Goa’uldları gibi düşünmemek için hiçbir neden yok.
Gördüğünüz gibi GOT’ta olan her şeye bilimkurgusal bir zemin bulmak mümkün. Buna benzer bir olay örgüsü Ursula K. Le Guin’in The Left Hand of Darkness kurgusunda da vardı. Romanda çift cinsiyetlilerin yolcusu olduğu bir sürgün veya tıbbi uzay gemisinin kaza sonucu hedeflerinden başka bir dünyaya iniş yaptığını ve burada çift cinsiyetliliğe dayalı bir uygarlık kurduğunu görüyoruz. Anne McCaffrey’in Pern serisi de bilimkurgu ile fantastik kurgu arasında gezen benzer bir konuya sahip. Seride feodal toplum düzeni içindeki insanlara, yabancı gezegenlere, yerli canlı türlerine ve ejderhalara rastlamak mümkün. (Yanlış hatırlamıyorsam 400 yılda bir Pern dünyasının yakınından bir gezegen geçiyor ve gezegendeki yaşamı bitirebilecek bir tehlike yaratıyordu. İnsan sürücüleri ve ejderhaların ateşi ile tehlike atlatılıyordu.)
İşin ilginç yanı, batıda “Bilimsel Fantezi” olarak anılan ve bilimkurgu ile fantastiği harmanlayan eserlerin sayısı bir hayli fazla. Hatta bilimsel fantezi, bilimkurgunun bir alt türü olarak çoktan literatüre girmiş durumda. Bu türün en güzel örneklerinden biri de Christopher Stasheff’in Warlock in Spite of Himself (Kendine Rağmen Büyücü) serisi. Seride uzayda yolculuk yapan bir ajan kendini cadılar, kurt adamlar ve diğer fantastik yaratıklarla dolu bir gezegende buluyordu.
Game of Thrones’un politik ve toplumsal kurgusunu da ele almakta yarar var. Baştan belirtelim ki fantastik ve bilimkurgu edebiyatında demokrasiler pek başarılı değildir. Bunun en büyük nedeni ise, insanların ilgisini çekebilecek hikayeler için adaletsiz, intikamcı ve entrikacı bir topluma ihtiyaç duyulmasıdır. Her şeyin yolunda gittiği demokrasilerde bir vatandaşın hikayesi niye ilgi çeksin ki? GOT’ta siyasal karşılıklarda ilginç bir durum var. Westeros krallıkları monarşiyi, Khaleesi Daenerys Targaryen yarı monarşi ve kapitalizmi temsil ediyor (köleleri azat ediyor ama yine onların köle gibi çalışacağı bir düzene itirazı yok.) Öte taraftan Night King ve ordusu da komünizmi anımsatıyor.
Nasıl oluyor bu? Night King, Westeros çarkının tamamen dışında (Khaleesi de o çarkı yıkacağım diyor ama esasında çarkın içinde), yürüyen ordusunda tıpkı komünizmde olduğu gibi herkes eşit; ölü de olsalar… O ordu da işçilere karşılık geliyor. Yani George R.R. Martin, Batı uygarlığının komünizm korkusuna karşılık yürüyen ölüleri koymuş.
Görüleceği üzere Game of Thrones’tan pekala bilimkurgu çıkarmak mümkün. Yapmanız gereken tek şey biraz hayal gücünüzü kullanmak, hepsi bu… Hem Arthur C. Clarke‘ın da dediği gibi;
“Yeterince gelişmiş bir teknoloji sihirden ayırt edilemez.”
Hazırlayan: Orkun Uçar