Star Trek Strange New Worlds

İkinci Sezonuyla Star Trek: Strange New Worlds

İlk sezonuyla izleyiciye özlediği Star Trek ruhunu hatırlatan Star Trek: Strange New Worlds, ikinci sezonuyla da aynı çizgide bir seyir sunuyor. İlk sezondan farklı olarak karakterlere daha fazla odaklanan yeni sezonda, her bölüm o bölümde karşılaşılan olayların merkezinde bulunan mürettebatın bakış açısından anlatılıyor. Aslında Star Trek gibi bir evrende, tek tek karakterlere ve onların duygularına eğilmek bir risk oluşturabilir. Zira öykünün kendisi karakterlerin gölgesinde kalabilir -ki bunun sonucunda ortaya çıkan şey, keşif ve macera vadeden bir dizide pek de aranılan bir tarz olmayabilir. Ama yer yer mürettebatın iç dünyasına fazla yoğunlaşsa da, dizi dengeyi bir şekilde koruyor.

İkinci sezonun ilk bölümü, 30 Temmuz 2022’de kaybettiğimiz Nichelle Nicholls’a, yani Teğmen Nyota Uhura’ya adanmış. Dizi, Uhura’ya şu sözlerle saygılarını sunuyor:

“O kapıdan ilk geçen ve bize yıldızları gösteren Nichelle’e. Selamlama frekansı sonsuza dek açık.”

İlk sezon finalinde, Bir Numara: Una Chin-Riley’in başı dertteydi. Bu sezonda Bir Numara’nın, genetiği değiştirilmiş bir Illyrian olduğunun ve bunu da Yıldız Filosu’ndan sakladığının anlaşılması üzerine görevinden azledilmekle karşı karşıya kaldığını görüyoruz. Zaten sezonun ikinci bölümü olan Ad Astra Per Aspera‘da da Bir Numara’nın duruşma sürecini izliyoruz. Yıldız Filosu’nun amacının hatırlanarak kanunlarının sorgulandığı bölüm, sezonun da en güçlü anlatıları arasında. Una’nın aynı zamanda eski bir arkadaşı da olan avukatının ifadesiyle: “Eğer bir yasa adil değilse, o yasayı adalete hizmet etmesi için yapanlara nasıl güvenebiliriz?”

Türleri, genetikleri gibi seçme şansları olmayan özellikleri yüzünden Yıldız Filosu’na katılmaları yasaklanan, Starfleet’in amacına ters olarak ayrıma maruz kalan kişiler üzerinden, klasik seriden beri alışık olduğumuz Star Trek mesajlarından birini daha alıyoruz. Didaktiğe kaçmayan, yerinde ve Star Trek geleneğine, ruhuna uygun bir mesaj.

Ve netice olarak, “Çizgiler çizilmeli; ama gerektiğinde kaydırılmalı da,” cümlesiyle Una’nın sorununun çözüldüğüne şahit oluyoruz.

İlk sezonda ölümüyle izleyiciyi üzen Hemmer’ı, 6. bölüm Lost in Translation‘da Uhura’nın halüsinasyonlarında görmek buruk olsa da mutluluk verici. Bu sezonda ekibe, Hemmer’ın yerine mühendis olarak ilginç bir karakter katılıyor. Tecrübeli oyuncu Carol Kane’in canlandırdığı Pelia, insanlar arasında fark edilmeden binlerce yıl yaşayabilen Lantanit türünden, işinde yetkin bir mühendis ve eğitmen. Pelia’nın Lantanit olduğunu, aksanından anlayan ise Uhura oluyor. Vaktiyle Hemmer, Una Chin-Riley ve Montgomery Scott gibi isimlerin öğretmeni olduğunu da öğreniyoruz. Evet, bu sezonda Scotty de bize güzel bir sürpriz yaparak olanca İskoç aksanıyla karşımıza çıkıveriyor.

Mürettebatın iç dünyasını izlerken, birbirleriyle ilişkilerine ve bunların getirdiği sancılara da şahit oluyoruz. Bu gerilimler bazen Sam ve James Kirk kardeşler, bazen Kaptan Pike ve Kaptan Batel, bazen de Spock ve Hemşire Chapel arasında yaşanıyor. Geçen sezonda sinyallerini aldığımız etkileşim, bu sezonda bir ilişkiye dönüşüyor. Spock’ın Vulcan DNA’sının silinip tamamen insan olarak kaldığı Charades bölümünde, nişanlısı ve ailesiyle ifa etmesi gereken geleneksel bir Vulcan töreninin ardından nişanlısıyla yollarının ayrılışına ve Hemşire Chapel’le beraber, kontrolü bırakıp hislerine teslim olmalarına tanıklık ediyoruz. Ama Star Trek tarihine dair baştan beri bildiklerimizi haklı çıkaran gelişmeler oluyor ve bu mutluluk ne yazık ki uzun sürmüyor.

Yine çok kısa süren bir başka mutluluk, Tomorrow and Tomorrow and Tomorrow bölümünde kahramanlarımıza uğruyor. La’an Noonien-Singh ve farklı bir gerçeklikteki James Kirk, ne olduğunu anlamadan birlikte zamanda geriye gidip kendilerini Dünya’da buluyor. İkili, işleri düzeltmeye çalışırken duygusal anlamda da yakınlaşıyor. Ancak her şey sona erip hayat normale döndüğünde bu macerayı tek hatırlayan La’an oluyor. Mevcut gerçekliğindeki Jim Kirk’ün, aşk hayatında kendi yolunu çizdiğini öğrenmesi La’an’ı ziyadesiyle üzüyor. Çünkü soyadının hayatı boyunca taşıdığı laneti bilmeyen, önemsemeyen bir Kirk ona kendini iyi ve normal hissettirmişti.

Normal hissetmeye, duygularını frenlemeye çalışan ama bunu başaramayan bir diğer isim ise Doktor M’Benga. Under the Cloak of War bölümünde zaten yakasını bırakmayan savaş anılarını alevlendirecek gelişmeler yaşanıyor. Hikâyenin savaş zamanına dönüşlerle beraber ilerlediği bölümde, savaştaki vahşetin sorumlusu olan Klingon generalinin, bugün bir barış elçisi sıfatıyla Atılgan’a gelişini ve Doktor M’Benga, Hemşire Chapel ve Teğmen Ortegas gibi savaşın en kötü yüzünü görmüş mürettebatın hislerinin, görevlerinin gerektirdiği tutumla çatışmasını izliyoruz. Doktorun da dediği gibi: “Bazı şeyler asla tamir edilemeyecek şekilde bozulur. Tek yapabildiğin idare etmektir.” Tam bir ahlakî ve vicdanî ikilemin ortasında kalan doktorun, finalde Kaptan Pike’a söylediklerine de hak vermemek imkânsız.

“Birbirimizi çok uzun zamandır tanıyoruz. Çoğu şeyde hemfikiriz. Ama sen benim hayatımı yaşamadın, insanların içindeki iyiliğe inanabilme ayrıcalığına sahipsin. Peki ben? Ben bu dünyada affedilmeyi hak etmeyen bazı şeyler olduğuna inanıyorum.”

Elbette neşeli şeyler de oldu bu sezonda. Mesela, Those Old Scientists bölümünde yine hoş bir sürprizle karşılaştık. Star Trek: Lower Decks‘ten iki misafir oyuncu katıldı hikâyeye: Boimler ve Mariner. Önce Boimler kazara bir zaman portalından geçerek ekiple karşılaştı. Onu geri yollamaya çalışırken bu sefer Mariner de geldi. Hep beraber, sezonun en güzel ve eğlenceli bölümlerinden birine imza attılar.

Eğlenceli demişken, bu sezonda herkesin eğlence anlayışına uymayan bir bölüm de vardı. Buffy the Vampire Slayer’ın “Once More, with Feeling” bölümünden ilham alınarak çekilen Subspace Rhapsody. Eğer müzikalleri seviyorsanız bu bölümü de seveceksiniz. Müzikal sevmiyor olsanız bile beğeninizi bir şekilde yakalayabilir. Tabii nefret de edebilirsiniz. Geçen sezondaki The Elysian Kingdom bölümü gibi, seveninin de  sevmeyeninin de olduğu bir bölüm. Ama farklı bir şey denediği ve üzerine çok özenildiği için takdir edilmesi gerek. Tehdit ve nefretlerini şarkı ve danslarıyla gösteren Klingonları bile gördük, daha ne olsun? Hatta Klingon komutanı çok tanıdık. Makyaj ve protezlerden dolayı tanıyamasak da, General Garkog rolünde Bruce Horak’ı izledik. Evet, Teğmen Hemmer. Hemmer hâlâ bizimle.

Final bölümünde ise sahneye Gorn’lar çıkıyor. Bu noktada şöyle bir eleştiri getirilebilir. Burada tasvir edilen Gorn pek çok açıdan Alien ile benzeşmekte. Hatta son bölüm itibariyle bu benzerliği fiziksel olarak daha net görüyoruz. Bu son bölümle, önce bize Scotty’i gösterip mutlu eden, ardından Kaptan Batel’in akıbeti için endişelendiren dizi, yeni sezon için de meraklandırıyor.

Ve güzel bir frekans yakalayıp izleyiciye sevdiği Star Trek’i verdiği için alkışı hak ediyor.

Önceki

Yazar: Münevver Uzun

Onu siz delirttiniz!

İlginizi Çekebilir

star-trek-every-kobayashi-maru-test

Kobayashi Maru Testi ve İnsan Doğası

1982 tarihli Star Trek II: The Wrath of Khan, yalnızca bilimkurgu sinemasının önemli filmlerinden değil, …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin