Bu yazımızda başlangıçlardan bahsedeceğiz. Daha doğrusu bilimkurgunun kitaplardan çıkıp önce sinemalara, daha sonra da televizyona ve nihayetinde de hayatımızın neredeyse her noktasına nasıl ulaştığını konu edeceğiz. Hemen her şey gibi, bilimkurgunun da kitap sayfalarından, aylık ve haftalık dergilerden çıkmasının, hızla popüler olmasının bir başlangıcı var. Ve o başlangıca ulaşmak için önce küçük bir zaman yolculuğu yapmamız gerekiyor. Bu yolculuğa var mısınız? O halde kemerlerinizi gevşetin, koltuklarınızı yatırın ve bizi yirminci yüzyılın ortasına, tam olarak 1948’e kadar takip edin.
İkinci dünya savaşının bitiminden sadece birkaç yıl sonra, özellikle savaştan galip çıkan Amerika’da hemen her şey değişiyordu. Avrupa, Afrika ve Pasifik cephelerinde savaşmış askerler terhis edilmiş, evlerine birer kahraman olarak dönmüş ve kahramanlığın karın doyurmadığını acı bir şekilde çoktan anlamışlardı. Savaş nedeni ile sanayi yatırımları kat be kat artmış, artık tank – uçak ya da cephane üretmeyen Amerikan şirketleri, başta çelik ve dayanıklı tüketim malları olmak üzere, pek çok alanda liderliği ele geçirmişti. Diğer galiplerin aksine, Amerikan toprakları bombalanmamış, işgal edilmemiş, halk savaşı radyo ve gazetelerden takip etmekle yetinmişti. Artık toparlanma zamanıydı ve dünya, Amerika’nın ürettiği neredeyse her şeye rağbet etmekteydi. Nasıl etmesinler ki?
Bir radyoya mı ihtiyacınız var? Almanya, Sovyetler, Japonya ve hatta İngiltere’de yaşıyorsanız, o dönemde neredeyse tek bir kaynak bu ihtiyacınızı karşılıyordu. Ya da size para basmak için kâğıt mı lazım? Çözüm Amerikalılardaydı. Geçici bir refah ve yayılma dönemi yaşanıyordu ve bu dalgadan en çok yaralananlar da savaştan dönüp fabrikalarda iş başı yapan Amerikalı mavi yakalılardı. Onlar Wall Street çalışanları ya da entelektüeller gibi operadan, hatta “hafif” filmlerden hoşlanmıyor; John Wayne’ye tapıyor, bir anlamda Dük’ün estirdiği “aksiyon” havası her ortamda essin istiyorlardı.
30’lu yıllardan itibaren Amerikan radyolarında popüler hale gelmiş, kısa sürede de dünyaya yayılmış (bir dönem bizde de epey sevilirdi) radyo piyesleri ya da bilindik ismi ile “arkası yarın” şovları, bu dönemde yeni yeni popüler olan televizyona kaymaya başlamıştı. Eskiden sadece radyo mikrofonlarında mırıldanan dedektifler, Amerikalı mavi yakalıların evlerine kanlı – canlı giriyor, amansız gangsterler arabalardan sarkarak etrafa ateş ediyordu. Televizyon giderek ucuzluyor, önü alınamaz şekilde neredeyse her eve giriyordu.
İlk başlarda “geleceği yok” diye Holywood’un bile yüz vermediği televizyon kısa sürede o kadar popüler olmuştu ki artık dev stüdyolar bile bu işe el atmaya başlamış, hatta yayın kuruluşları ile ortak çalışır hale gelmişti. Dedektifler, kovboy ve Kızılderililer, hatta efsanevi canavarlar Amerikan televizyonlarından dünyaya yayılırken, herkes yeni şeyler peşindeydi. Kimileri habercilik işine girişti, bazıları ise yarışma programları düzenlemeye başladı. Oysa senarist Lawrence Menkin’in bambaşka planları vardı. Genel uygulamaların dışına çıkmak istiyor, televizyon dünyasına yeni bir soluk getirmekten bahsediyordu. O dönemin bağımsız televizyon yayıncı firmalarından DuMont’ta çalışan yapımcı James Caddigan ile yolları tesadüfen kesiştiğinde, Menkin neredeyse pes etmek ve sonradan (1957) çekeceği vahşi batı dizisi Wagon Train projesine dönmek üzereydi.
Bir anlamda günümüzün yayın devleri NBC ve CBS’in “annesi” olan DuMont’un kadrolu çalışanı Caddigan ise Menkin’in fikirlerinden etkilenmişti. Bilimkurgu hala bakir bir alandı ve kısa zamanda 25-30 dolar karşılığında saygın bilimkurgu yazarlarına senaryo yazdırabileceğini keşfetmişti. Üstelik çocuklar bilimkurguyu seviyordu, hem de ne sevmek! O halde, neden “erken” saat televizyon yayınına bir bilimkurgu şovu konmuyordu ki? Menkin ve Caddigan projelerini DuMont’a götürdüklerinde önce biraz direniş ile karşılaşmış olsalar da yıllarca bu piyasada olmanın verdiği avantaj sayesinde tüm sivri köşeleri yumuşatmayı başarmışlardı. Üstelik şov için gerekli dekor da kolaydı. Piyasa ordu artıkları ile dolup taşıyordu ve yapımcılar (en azından başlangıç için) DuMont’a bölüm başı 25 dolarlık dekor bütçesini kabul ettirmekte zorlanmamıştı. Ellerindeki askeri gaz maskelerini 1 Dolar’a çocuklara oyuncak diye satan ordu fazlası mağazalarına dadandıklarında, başta yetersiz gibi görünen dekor bütçesinin aslında gayet mantıklı olduğunu kısa sürede keşfetmişlerdi.
Seti hızla kurdular. Diziye sponsor bile bulundu. Şekerleme ve çikolata imalatçısı Power House, Kaptan’ın maceralarını destekleme kararı almıştı. 1949 yılının sonunda Kaptan Video ve Onun Video Kolcuları (Orijinal: Captain Video and his Video Rangers) arka planda telif bedeli ödenmemiş Wagner müziği ve DuMont’un profesyonel anons spikerleri ile yayına girdi.
“Master of Space! Hero of Sience!Captain of the Video Rangers!”
Doğru dürüst reklam, tanıtım yapılmamış olsa da, çocuklar ağzının suyu akarak seyrettikleri, orta-batı aksanı ile konuşan Kaptan’ı hemen sevmişti. Nasıl sevmesinler ki? Onun her şeyi vardı; yardımcısı, feza gemisi (uzay değil, feza) şua tüfeği (raygun), hatta robotu. Senaryoya son dakikada eklenen robot için kimsenin “isim” uydurmadığı ancak sette fark edilince ona Tobor (robot’un tersten okunuşu) adı verilmiş, kısa sürede Tobor bizim Kaptan Video serisinin yardımcı karakteri olup çıkmıştı.
Para deliler gibi akıyor, reklam verenler Kaptan’ın yayın kuşağında yer almak için o dönem bazında dev ücretler ödemeyi kabul ediyordu. O fezanın şerifi ve Dünya’nın koruyucusuydu. Üstelik Kaptan’a olan talep asla azlamıyor; DuMont çuvallarla gelen hayran mektuplarını organize etmek için ayrı bir büro kurmak zorunda kalıyordu. Kaptan çizgi roman, oyuncak, hatta sinema filmi olarak para kazandırmayı sürdürürken, Holywood ve televizyon yapımcıları artık bilimkurgudan ciddi paralar kazanıldığını fark etmiş ve hemen tepki vermişti.
Sovyetler kendi atom bombalarını yapadursun, kahraman iyi Amerikalı’lar kimi zaman politik göndermeler ile dolu filmlerde hain uzaylıları yeniyor, bakire prensesleri (kimi zaman bilim kadınlarını) kurtarıyor, garip canavarlar ile savaşıyor ve deyim yerinde ise Bilim kurgu tam anlamıyla para basıyordu. Kaptan 1955 yılına kadar yayında kaldı ve televizyonun ilk bilimkurgu şovu olmasının yanı sıra, sektöre finansal hareketlilik getirdiği gibi ardıllarının da önünü açarak televizyon tarihinde kendine unutulmaz bir yer edindi. Onu takip eden nice bilimkurgu şovundan biri olan efsanevi Star Trek’in sadece üç sezon yayında kaldığını hatırlarsanız, Kaptan Video’nun başarısını daha iyi idrak edebilirsiniz.
Uzun lafın kısası, bizim monokrom mütevazı kaptan, ölüm yıldızlarının, kara delik ufkunda zaman yolculuğu yapanların, yapay zekânın, önüne çıkan her şeyi sindiren koyu kırmızı jölenin, hatta R2-D2’nun bile babasıdır. Nasıl olmasın ki? Bölüm yazarlarına bakarsanız başarının temelini hemen fark edersiniz. Bugün birer dev olarak adlandırdığımız Isaac Asimov, Walter Michael Miller Jr, hatta Arthur C. Clarke bile zamanında Kaptan’a boğaz tokluğuna senaryo yazmıştır. Televizyonda bilimkurgu çağı için kilometretaşı olan bu serinin günümüze ulaşabilen birkaç bölümünü Youtube‘da bulabilirsiniz. Her ne kadar bugünün gözüyle bakıldığında karakterler, hikâyeler ve dekor oldukça komik görünse de, sırf nostalji için açıp izlemeye değer.
Kaptan Video ve Onun Video Kolcuları
(DuMont Television Networks 1949-1955)
Yaratıcıları: Lawrence Menkin ve James Caddigan.
Yönetmen: Steve Previn
Oyuncular: Richard Coogan, Al Hodge ( Captain Video) Don Hastings (Video Ranger) Dave Ballard (Tobor)
Yazarlar: Maurice C. Brachhausen, Jack Vance, Damon Knight, James Blish, Isaac Asimov, Arthur C. Clarke, Cyril M. Kornbluth, Stephen Marlowe, Wabrocklter M. Miller Jr, Robert Sheckley, J.T. McIntosh, Robert S. Richardson
Hazırlayanlar: Işın Beril Tetik ve Kaan Yağızer