BBC‘nin 1963 ve 1969 yılları arasında yayımladığı 253 Doctor Who bölümünden 97 tanesi kayıp. Bu sayı kısa süre öncesine kadar 106 idi, ta ki 2013’te Nijerya’da bulunan dokuz kayıp bölümün kopyası BBC’ye ulaştırılana dek. Bu, kayıp bölümlerden tek seferde en fazla bulunan sayıyı da temsil ediyor, öyle ki, Daily Mirror 11 Ekim 2013’te ‘KAYIP DOKTOR’ manşetiyle çıkmıştı. 1963 ve 1989 yılları arasında, her bir Doctor Who dizisi 1 ile 14 arasında numaralandırılan seriler halinde çekiliyordu. Son bulunan dokuz bölümün tamamı Patrick Troughton döneminde (1966-1969) çekilen iki ardışık seriye ait: Dünyanın Düşmanı ve Korku Ağı. Bu iki seri ilk olarak 1967 Aralık ayı ile 1968 Mart ayı arasında yayımlanmıştı. Korku Ağı’nın üçüncü bölümü hâlâ kayıp olsa da, bulunan bölümler Doctor Who’nun beşinci sezonundaki iki altı bölümlük seriyi tamamlamış oldu.
Kayıp bölümler Nijerya’da 2011 ile 2013 arasındaki bir tarihte (BBC kesin tarih vermekten kaçınıyor), Television International Enterprises Archives Ltd adlı, arşiv yönetimi ve kayıp eşyaların bulunması gibi konularda uzmanlaşan bir şirketin yönetim kurulu başkanı olan Phillip Morris tarafından bulundu. Daily Mirror’ın manşeti yanında o günkü birçok haber programında da ele alındı, hatta o akşamki The One Show’un bir kısmı genel olarak kayıp Doctor Who bölümlerinin bulunması konusuna ayrılmıştı.
Böylesi bir medya ilgisi çok da şaşırtıcı değildi aslında. O günlerde Doctor Who’nun ellinci yıl dönümünün de yaklaşmasıyla, dizi haber sitelerinde sık sık boy göstermeye başlamıştı. Ancak yine de, 45 yıllık bir ‘çocuk dizisinin‘ dokuz kayıp bölümünün bulunmasının haber olması, daha önceleri Doctor Who fanları dışında kimsenin pek de ilgi göstermediği bu diziyle ilgili algının ne denli değiştiğinin kanıtıydı adeta. Daily Mirror manşetinin vurguladığı gerçek, bu dokuz bölümün (ki biz bunu kayıp 97 bölüm için de söyleyebiliriz) kültürel öneminin, dizinin yayımlanmaya başladığı dönemden bu yana önemli ölçüde arttığını gözler önüne seriyordu. Bu durum, 1946’da İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesinin ardından BBC Televizyon Servisi’nin yeniden hayata geçmesi ile günümüz arasında geçen dönemde televizyon mecrası algısındaki değişimin de bir işareti aynı zamanda.
Öncelikle, 1970 öncesi döneme ait İngiliz televizyonculuğuna ait hiçbir kayıt neden yok bunu açıklamak gerekli belki de. BBC örneğinde sebep lojistik, teknolojik ve bürokratik faktörlerin yanında, televizyon üretiminin hem kültürel hem ticari anlamda kârlı görünmemesiydi. Ayrıca 1946 ve 1960 arasında BBC yayınlarının büyük çoğunluğu canlı yayın formatındaydı, elektronik kameraların ürettiği stüdyo çıktısı doğrudan kontrol odasına, oradan da sinyal yayıcı antenlere giderdi. O dönemde bir televizyon programının saklanabilmesi için filme kaydedilmiş olması gerekiyordu, bu, o zamanlar televizyonda pek kullanılmayan bir yöntemdi. Bu şekilde üretilen bir program BBC’nin Film Kütüphanesi’ne, hatta Ulusal Film Arşivi’ne girerdi. Diğer yegane alternatif ise canlı yayını tele-kayıt denen yöntemle filme kaydetmekti. Quatermass and the Pit (1958-1959) gibi klasik BBC dramalarına ve Peter Cushing’in başrolünde olduğu, Rudolph Cartier‘in 1954 tarihli 1984 uyarlamasına yalnızca bu yöntem sayesinde sahibiz.
Buradaki asıl sorun şu ki, o dönemdeki programların sonraki nesillere kalabilmesi için, bir programın salt korunma amacıyla fiziksel bir kopyasının da üretilmiş olması gerekmesiydi. Filmin depolanması, yedekleme gereksinimleri ve saklanabilecek formata sokulması için gereken iş gücü düşünüldüğünde, bu işlemin tercih edilmesi için pek bir sebep yoktu. Televizyonun düşük kültürel statüsü nedeniyle geniş bir televizyon arşivine talep bulunmuyordu. 1950’li yıllarda videokaset teknolojisinin geliştirilmesiyle, 1960’lı yılların ortalarına gelindiğinde BBC tarafından üretilen televizyon programlarının büyük kısmı önden kaydedilmeye başlanmıştı. Öyle ki, Doctor Who gibi programların tüm bölümlerinin fiziksel kopyaları bir dönem var olmuştu, programlar önce videokasete kaydedilir, sonra bu kasetlerden yayımlanırdı. Tabii bu bile o dönemin televizyon programlarının hayatta kalabileceğinin garantisi değildi.
Videokaset pahalı bir teknolojiydi (BBC’nin kendi sitesinde, her kasedin o sıralar bir Mini araba ederinde olduğu yazıyor) ve başat kullanım amacı kayıtları korumaktan çok tekrar tekrar kullanılabiliyor olmasıydı. Üstelik videokasetler BBC’nin mühendislik departmanının malıydı, yani televizyon departmanı kasetleri programın üretim süresi boyunca kiralıyordu (bütçe programın bütçesinden ayrılıyordu) ve program tamamlandıktan sonra daha sonra yeniden kullanılmak üzere mühendislik departmanına geri gönderiliyordu. Tahmin edilebileceği gibi, mühendislik departmanı kasetlerin sahibi olsa da üzerlerine kayıtlı programlarla pek ilgili değildi. Bu nedenle programlar yayımlandıktan kısa bir süre sonra kasetlerden silinmesi sık karşılaşılan bir durumdu. Bu noktada belirtmek gerekir ki, Doctor Who’nun 1963 ile 1969 arasında yayımlanan hiçbir bölümü orijinal yayın kasetlerinde değildir; hepsi dış kaynaklar tarafından kaydedilmiştir.
Açık ki, BBC o dönemler ürettikleri programların, üzerlerine kaydedildikleri videokasetlerden çok daha değersiz olduğunu düşünüyormuş. O tarihlerde evlere girmiş bir video oynatıcı cihaz da olmadığından bu programların daha sonra halka satılması gibi bir durum da söz konusu değildi. Üstelik aktörler sendikası olan Equity, videokasetlerin televizyon programlarının tekrar tekrar izlenebilmesinin önünü açacağını, bunun da üyelerine duyulan ihtiyacı azaltacağını düşünüyordu! Bu yüzden de sendikayla BBC arasında bir sözleşme imzalanmış, herhangi bir programın yeniden yayımlanma sayısına, hatta bu yeniden yayımların hangi saatlerde yapılacağına bir sınır getirilmişti.
Ayrıca bir yıl boyunca tüm BBC kanallarının (o zamanlar sadece BBC Bir ve BBC İki vardı) toplamda kaç kez tekrar yayın yapabileceği de kısıtlanmıştı. Programlar hem evde tüketim anlamında, hem de parasal değer anlamında neredeyse değersiz addediliyordu. Videokaset öncesi dönemde programların korunabilmesi için özel olarak kaydedilmesi gerekirken, videokaset döneminde de kasetlerin silinmesini engellemek gerekiyordu. Bunun nadiren yapılıyor olması, bize o dönemlerde televizyona verilen değer konusunda çok şey anlatıyor. Sözgelimi televizyon programlarının kültürel değeri kasetlerin parasal değerinden daha mı düşük diye sorsak, cevap kesin bir ‘evet’ olurdu.
O dönemde hem BBC gibi televizyon şirketlerinde hem de halk nezdinde televizyon programları, tiyatro, edebiyat, resim, hatta önemi giderek artsa da nispeten yeni bir sanat dalı sayılan sinema gibi bir sanat dalı olarak kabul edilmiyordu. Lynn Spigel‘in söylediği gibi, ABD’de 1960’lı yıllara, Birleşik Krallık’ta da 1970’li yıllara kadar sanat galerileri ve özel arşivler gibi kurumlar, televizyona kültürel ve tarihi değeri olan bir ürün olarak bakmıyordu. Televizyonun her gün izleyicileri üzerinde bıraktığı etki dahi 1970’lere kadar önemsenmemişti. 1974 tarihli, ses getiren çalışması ‘Televizyon: Teknolojik ve Kültürel Formu’ ile Raymond Williams gibi teorisyenler ve Birmingham’daki Modern Kültürel Çalışmalar Merkezi gibi kurumlar Televizyon Çalışmaları’nın kendine özgü bir disiplin olduğunu yavaş yavaş kabul ettirmeye başlamışlardı. Düşük tüketim oranı nedeniyle, 1970’ler öncesinde televizyon programlarının korunmasında gösterilen özensizlik hiç de şaşırtıcı değil.
Steve Bryant‘ın da vurguladığı üzere, önemli görülen yegane televizyon yayınları belgeseller ve Kraliçe’nin Taç Giyme Töreni gibi tarihi anları belgeleyen haber programlarıydı. Yani aslında yine bu programları korunmaya değer kılan televizyon programı olma statüleri değil, konu aldıkları olayların önemli olmasıydı. Bu dönemden sağ kurtulabilmiş diğer programlar da genellikle teknolojik deneyler ve sunumlardı, televizyonun gelişiminde önemli mihenk taşları oldukları için korunmaya alınmışlardı. Diziler, yarışmalar, ışıklı eğlence programları, yaşam stili yayınları, magazin ve çocuk programları gibi ‘sıradan’ görülen yayınların korunma ihtimali çok düşüktü. Tabii, Doctor Who da bu programlardan biriydi.
İşin ironik tarafı şu ki, bu tür programların asıl değer gördüğü yer uluslararası pazardı. Hiç şüphesiz ki televizyonun önemi 1946’dan günümüze inanılmaz ölçüde arttı. Doctor Who’nun kayıp dokuz bölümünün Daily Mirror’a manşet olması, Dünyanın Düşmanı gibi bir dizinin günümüzde, ilk yayımlandığı zamanlara nazaran, en azından halk nezdinde çok daha fazla kültürel değere sahip olduğunu gösteriyor. Bu bölümlerin bugüne kadar gelebilip bu mantalite değişimine şahit olabilmesi ise kültürel olarak değil, ticari olarak değerli görüldükleri için korunmaları sayesinde oldu; üstelik bu değeri anavatanlarında da görmediler.
Doctor Who serisi BBC için daima altın yumurtlayan tavuk olageldi, fakat dizinin İngiltere sınırları içinde DVD ve video kaset satışları yoluyla ticari değere dönüştürülebilmesi 1980’li yıllara kadar olmayacaktı. Öte yandan, 1963 kadar erken bir tarihten itibaren, dizi dünya çapındaki televizyonlarda da yayımlanması için farklı ülkelere yollanıyordu. Her Doctor Who bölümünün film kopyaları, BBC’nin ticari kanadı olan BBC Enterprises (daha sonra BBC Worldwide adını alacaktı) tarafından üretiliyordu. Bunlar 1950’lerde kullanılan tele-kayıt yöntemiyle yapılan film kayıtlarıydı ve bölümlerin televizyonda yayımlanmasıyla mühendislik departmanı tarafından videokasetlerin silinmesi arasında geçen sürede kopyaları çıkarılıyordu. Daha sonra bu film kayıtlarının kopyaları kolayca ve ucuz bir şekilde çıkarılabiliyordu, ayrıca film kayıtlarının uluslararası dağıtımları farklı yayın sistemleri arasında doğabilecek uyum sorunlarına takılmıyordu. 1965 yılbaşı özel bölümü olan ‘Steven’ın Ziyafeti’ adlı bölüm hariç tüm bölümler BBC Enterprises tarafından kopyalanmış ve çoğunluğu birçok farklı uluslararası kuruluşa satılmıştı.
BBC Enterprises’ın aktivitelerine belki de en iyi örnek, şu anda hâlâ kayıp olan (bulunan dokuz bölümün yanında onun da bulunduğu söylentileri olsa da) en erken tarihli bölüm, 1964 yapımı Marco Polo’dur; ki bu aynı zamanda en fazla satış rakamına ulaşan Doctor Who serisidir de. Bu seri Avustralya, Kanada, Malta, Singapur, Cebelitarık, Yemen, Trinidad ve Tobago, Nijerya, Rodezya, Barbados, Uganda, Yeni Zelanda, Gana, Zambiya, Jamaika, Kıbrıs, Kenya, Bermuda, Tayland, Venezüela, Mauritius, Sierra Leone, İran ve Etiyopya olmak üzere tam 24 ülkede yayımlanmıştı. Burada belirtmek gerekir ki, bu ülkelerin her biri için ayrı kopyalar üretilmemiş, bu ülkelerde programları yayımlayan kuruluşlar BBC düzenlemeleri dahilinde kasetleri birbirlerine göndermişlerdir. Bulunan kayıp dokuz bölümün, aslında Hong Kong’a gönderilen kopyalar olduğuna inanılırken, Nijerya’da ortaya çıkmaları da bu sebepleydi.
Bu bağlamda belirtmek gerekir ki, 1960’lardan bu yana korunabildiği bilinen 156 Doctor Who bölümünden 152’si, hâlâ hayatta olmalarını doğrudan BBC Enterprises’a borçludur. Kalan dört bölüm ilk olarak filme kaydedilmiş ve o şekilde yayımlanmıştı, dolayısıyla yayımlandıktan sonra BBC’nin Film Kütüphanesi’ne aktarıldılar. İşin en büyük ironisi de tam olarak bu, şu anda bu orijinal Doctor Who bölümlerini paha biçilmez kültürel eserler olarak gören hayranlarının söz konusu bölümlere erişebilmesinin yegane sebebi, BBC’nin onları kültürel değil, ticari değeri olan ürünler olarak görmesi.
Bunun yanında başka sorunlar da var elbette. Bunların ilki, bir eserin kültürel ve ticari değeri arasındaki ilişkinin ta kendisi. BBC Enterprises sayesinde bugün Doctor Who’nun geçmişinin büyük bir kısmına sahip olsak da, hepsinin elimizde olmamasının sebebi de Enterprises’ın ta kendisi; zira renkli televizyonların hayatımıza girmesiyle birlikte, programın artık değersiz görülen siyah beyaz birçok bölümünün kopyası da doğrudan çöpe atılmıştı. Ayrıca şunu da not etmek gerekir ki, BBC’nin 1970’lerin sonlarından itibaren programlarını arşivlemeye başlaması, evlerde video oynatıcı cihazların yaygınlaşmasıyla, yayın şirketinin bunu ticari bir alan olarak değerlendirmesiydi. Bu dolaylı olarak programın bilinirliğini arttırırken, BBC için ekonomik değerinin artmasıyla ticari bir meta haline geliyordu. Programın ticari hacminin artması kültürel statüsünü de yukarı çeken bir etkendi.
Bu durum yıllar içinde yoğunluğunu arttırarak devam etti. Programın ellinci yılına gelindiğinde sahip olduğu ticari ürüne dönüştürülme potansiyeli, BBC’nin ticari faaliyetleri neticesinde dizinin kültürel değerinin de ne derece arttığını gösteriyor. Öyle ki, Dünyanın Düşmanı ve Korku Ağı’nın bulunuşunun duyurulması, DVD sürümlerinin yayımlanacağı ve iTunes’tan hemen izlenebileceğinin de açıklanmasıyla olmuştu. Yani programın kültürel statüsünün seviyesi Daily Mirror’da manşetten verilmesiyle ölçülebilirken, resmî duyuru için yapılan strateji (habere 10 Ekim’e kadar ambargo konmuş, bir hafta süren dedikodular önden yayılmıştı) maksimum ticari fayda gözetilerek planlanmıştı.
Tabii burada televizyon ve kültürel değer konusunda Doctor Who’nun ne derece işe yarar bir örnek olduğunu da sorgulamak gerek. Uzunluğu göz önüne alındığında, 1960’tan beri yayımlanan Coronation Street ve 1953’ten beri yayımlanan Panorama hariç İngiliz televizyonlarında bu kadar uzun süredir yayımlanan pek program yok. Dolayısıyla, Doctor Who’nun süregelen popülaritesi sayesinde, programın geçmişi hakkında bile olsa ortaya çıkan herhangi bir haberin, yine BBC’nin 1960’lardaki arşiv politikalarına kurban gitmiş, zamanının önemli yapımlarından olan Dad’s Army (1968-1977) veya Z Cars (1962-1978) gibi yapımlarda olacağından çok daha fazla ilgi uyandırması gayet normal. Doctor Who aynı zamanda, 1978’te BBC’nin Film ve Televizyon Arşivi kurulduğunda ilk arşiv düzenleyicisi rolünü üstlenen Sue Malden tarafından da örnek olarak seçilmişti. Bu özel ilgi neticesinde de programın arşiv durumu göz önünde olmuş, dolayısıyla da onun geçmişine diğer kayıp televizyon programlarından daha fazla önem verilmişti.
Burada karşımıza çıkan durum, şu anda önemli görülen programların, arşivleri ve geçmişleri ticari olarak daha fazla sömürülebileceği için önemli görülüyor olması. Yani şu anda daha ‘düşük statülü’ programlar daha az aranacak, onlara dair keşifler daha az yankı uyandıracak diyebiliriz. Söz gelimi, Phillip Morris’in Doctor Who bölümleri dışında başka neler keşfettiğine dair elimizde hiçbir bilgi yok. Dolayısıyla, televizyonun bir bütün olarak değerine olan algımıza dair, temel bir sorunun sorulması kaçınılmaz oluyor: Bu 50 küsur yıllık televizyon programının kayıp dokuz bölümünün bulunmasının ana akım bir gazetede manşet olması ‘kayıp televizyon programları’ olduğu için miydi, yoksa ‘kayıp Doctor Who bölümleri‘ oldukları için mi? Cevap sanıyoruz ki oldukça açık. BBC’nin websitesinde bile durumun hep böyle olageldiği, bazı programların diğerlerine göre daha değerli olduğu (haliyle de korunmaya daha değer bulunduğu) belirtiliyor. Tam olarak şöyle deniyor:
“Hâlihazırda her program kaydediliyor ve her kayıt en az beş yıl saklanıyor. Tabii burada seçici bir yaklaşımımız da var. Saklamamız gerektiğini düşüneceğiniz her şeyi saklıyoruz, yani diziler, eğlence programları, değerli, pahalı programların hepsi saklanıyor. Haberleri ve güncel ilişkileri saklıyoruz. Daha seçici olduğumuz şeyler, örneğin çok uzun süredir yayımlanan bilgi yarışmaları gibi elimizde örneğinin bulunması gerektiğini düşündüğümüz programlar. Tabii hepsini sonsuza kadar tutmuyoruz. Zira burada bir şeyi gerçekten saklamamız demek, onu sonsuza kadar tutmamız demek ve bu da çok büyük bir gider kalemi anlamına geliyor.” –Adam Lee, BBC Arşivi
Demek ki bazı şeyler değişmiş. Televizyon üretimlerinin çoğunun değeri saklamaya değip değmeyeceği ile ölçülüyor, ama bu ‘değmek’ kıstası programın kültürel ‘mirasından’ mı kaynaklanıyor, yoksa şu anda ticari olarak ne derece kullanılabileceğinden mi, orası belli değil. Kısacası, ‘İngiltere’nin televizyon mirasının’ bulunması için harcanan çaba, Lynn Spigel’in ve Steve Bryant’ın kelimeleriyle söylemek gerekirse, Doctor Who ve Dad’s Army gibi yüksek statülü dizilerle mi sınırlı sorusu hâlâ geçerliliğini koruyor. Arşivsel olarak bakıldığında, bu programlar geçmişte de şimdi olduğu gibi, örneğin yarışma programları gibi kültürel mirasın daha büyük bir parçası olan ama düşük statülü programlar olarak görülen yayınlara göre daha yüksek önceliğe sahipti.
Doctor Who gibi programların bu kadar ön planda olması, dönemin diğer yüksek profilli dizilerinin arşivlerden silinmesini gözlerden gizliyor mu? Bu Doctor Who örneği, bizlere televizyon arşivciliği için asıl önemli olanın programın ticari değeri olduğunu mu gösteriyor? Umuyoruz ki böyle değildir. 50 yıllık televizyon bölümlerinin bu kadar güzel karşılanması mutluluk verici olsa da, İngiliz televizyon mirasının büyük bir kısmı hâlâ bir görünmezlik dumanı ardında ve bu durumun değişmesi gerekiyor.