Audrey Fouché’un yazdığı ve Pierre Aknine’nin yönettiği Osmosis, özellikle Black Mirror sevenlerin göz atması gereken yapımlardan. Agathe Bonitzer’in canlandırdığı Esther Vanhove, komadaki kardeşini uyandırmak adına bir implant geliştiriyor ve bu deneysel çalışmayı tereddüt etmeden kardeşi Paul Vanhove (Hugo Becker) üzerinde uyguluyor. Paul, uyanması ile birlikte Esther’in başlattığı çalışmalara katılıyor. İki kardeş bu aşamadan sonra nonoteknolojide devrim yaratacak çalışmalara imza atıyor.
Paul ve Esther kardeşler Osmosis programını düzenlerken bunun beynin işleyişi üzerindeki hâkimiyetinin de farkına varıyor. Osmosis’in şirketleşme sürecinde Ceo görevini üstlenen Paul, bir yandan sağlık sorunlarıyla uğraşırken bir yandan da edindikleri düşmanlarıyla mücadele etmek zorunda kalıyor. Çünkü bazı şirketler yatırım yaparak Osmosis’in tüm haklarını ele geçirmek adına akla gelebilecek tüm zorbalıkları da yapma kararlılığında.
Vanhove kardeşler geliştirdikleri implantlar aracılığı ile beynin kimyasal işlevlerinin neredeyse tümünü çözmüş gibi görünüyor. El bileğine işlenen implantın ardından hap görünümündeki nonorobotların vücuda alınmasıyla birlikte şirket, kişinin tüm bedeninde olup bitenleri izleme imkânına kavuşuyor. Henüz küçük bir denek grubunda yapılan bu operasyon sonrasında deneklerin vücutlarında salgılanan hormonlar da dâhil tüm bilgilerin Osmosis sistemince görünür olması elbette karşıt görüşteki kimseleri de harekete geçiriyor.
Aşkın doğallığının bozulması, kişisel bilgilerin deşifre edilmesi ya da kadere aykırı olduğu gibi gerekçelere sahip olan karşıt görüşlerdeki insanlar, bu nedenlerle kampanya düzenlemekte. Distopyanın sınırlarında gezinen yapım, sık sık dramatik sahnelerle konuyu dağıttığından net bir distopya çizgisine giremiyor. Osmosis’i dünya iklim haritasında bir yere koyacak olsak şüphesiz burası Kuzey Kutup Noktası olurdu. Gerek Fransızcanın etkisi gerekse de oyuncuların sergilediği duygusuz performanslar yapımı hayli soğuk ve yer yer itici kılıyor. Bunlara ek olarak birkaç dekoratif düzenlemeyle fütüristik bir atmosfer oluşturmayı da deneyen yapım, maalesef bu konuda da başarısız oluyor. Dizi “Ruh Eşlerini” bulma vaadiyle yola çıksa da senaryonun gidişatındaki kararsızlıklar nedeniyle kardeşlerin projesine odaklanamıyor. Pek çok konu içerisinde sıçramalar yapan yapım, toplam sekiz bölümüyle resmetmeye çalıştığı teknolojiyi sergilemekte zorlanıyor.
Osmosis çeşitli film ve dizilerde konu edinen insanları yönetme dürtüsünün son hali gibi görünüyor. İmplant, kişinin zihninde olup bitenlerin algoritmasını çıkartarak ona en uygun eş adayını işaret ediyor. Yapılan deneyin hata payının da olduğu belirtilerek üç farklı karakter üzerine odaklanan dizi, bu karakterlerin günlük yaşamdaki deneyimlerinden besleniyor. İşin bu aşamasında ise Martin devreye giriyor. Kardeşlerin geliştirdiği yapay zekâ sahibi bu bilgisayar, Esther’e olan hayranlığı ile diziye yeni bir boyut katıyor. Martin bir yolunu bulup Esther’e sahip olmak istiyor. Onun ilgisine ve dokunuşuna odaklanmış bu yapay zekâ bilgisayarının Esther’e sahip olmak için giriştiği eylemler de teknolojinin yarını konusunda karamsar bir tablo çiziyor.
Esther’in, kardeşini komadan uyandırmak için kullandığı yöntemi daha da geliştirerek yine bilinçsiz olan annesine uygulaması ve bu süreçte tüm etik ilkelerini yıkması Osmosis’in dikkat çekmek istediği bir diğer tehlike. Esther, üç farklı deneğin bilinçlerine ait yaşantıları annesine aktarırken aslında farklı bilinçleri bir araya getirmiş oluyor. Böylelikle kişiler kendilerine ait olmayan halüsinatif duyularla delirmenin eşiğine geliyor.
Osmosis, temelde insanı çeşitli kimyasallardan ve beyinde gerçekleşen küçük elektriksel akımlardan ibaret görüyor. Osmosis’te Martin’in yardımıyla herhangi bir insana ait belleğin çarpıtılması ya da değiştirilmesi mümkün. Yine bir insanın sağlığını bozmak, sağlığına kavuşturmak veya tam konumunu bilmek dizinin ulaşabildiği konular.
Bildiğiniz gibi Netflix LGBTİ bireylerine yönelik pozitif ayrımcılık yapan şirketlerden birisi. Bu yapımda ise bilerek ya da bilmeyerek eşcinsellere zarar verme yolunu seçmiş gibi görünüyor. Deneklerden bir tanesinin gerçek aşkı yaşamak için gönüllü olduğu bu projede karşısına çıkan kişiyle yakınlaşma sahnelerinde iki erkeğin aşk yaşamasından çok pornografisine yoğunlaşılması dikkat çekici. Ayrıca buradaki eşcinsel çiftin duygularına yoğunlaşmanın aksine sadece öfkeyle girişilen kısa cinsel ilişkiler, eşcinsellerin de ana akım platformlarda yavaş yavaş pornografi malzemesi yapılması durumunu gözler önüne seriyor. Evet, “seks satar” mottosu Netflix’in neredeyse tüm yapımlarında gözlenirken, Osmosis ile buna eşcinsellerin de eklenmesi dikkat çekici.