İnsanların King Kong‘u, Godzilla‘yı veya King Kong vs. Godzilla‘yı izlemesindeki ana motivasyon, büyük canavarların ortalığı kasıp kavurmasıydı. Arada ilginç insan hikâyeleri şüphesiz oluyordu ama hikâyenin merkezinde hep o dev canavarlar vardı. Monarch: Legacy of Monsters dizisinden birkaç ay önce yayımlanan Skull Island’ın da yaptığı en önemli hata bu! 90’lı yıllarda geçen ve sekiz bölümden oluşan sezonun çoğu, neredeyse tümüyle insan odaklı. Üstelik bu insanların hemen hepsi eşit derecede geveze ve sinir bozucu. Dizinin sonuna doğru işler tersine dönse de, oraya varana kadar aralıksız süren bir gevezelik dalgasına dayanmanız gerekiyor.
Adından da anlaşılacağı gibi Skull Island, King Kong‘un evi olan Skull Island’da geçiyor. Adada birkaç farklı grup var. Gizemli bir deniz canavarıyla karşılaştıktan sonra kıyıya çıkan bir araştırma ekibine çok geçmeden donanımlı bir asker grubu da katılıyor. Ayrıca çocukken geçirdiği bir kaza sonucu komşu adaya düşen ve orada on yıl boyunca hayatta kalmayı başaran Annie de grubun bir parçası. Genç ve sevimli görüntüsü ile izleyeni şaşırtsa da, aslında kendisi manipülatif yeteneklere sahip bir avcı ve en iyi yoldaşı da Dog adını verdiği köpek benzeri bir canavar.
Ada aslında oldukça büyüleyici bir yer, özellikle de canavarlara karşı boş değilseniz… Karakterler sürekli olarak yeni ve egzotik yaratıklarla karşılaşıyor. Kumsalın altında saklanan dev yengeçler, böceğe dönüşen kayalar, ot kedileri, sırtından aloe çıkan kaplumbağalar… Gerçek canavarlardan oluşan bir ağaç bile var. Tasarımcılar, adanın hakkını verecek derecede yaratıcı ve ölümcül canlılar yaratma konusunda kusursuza yakın bir iş çıkarıyor.
Ne yazık ki ilk altı bölüm boyunca bu eşsiz ve büyüleyici dünya, adaya ayak basan insanlar tarafından sıkıcı bir ritme sokuluyor. Kayıp kâşiflerden vahşi genç katile ya da silahlı askerlere varıncaya kadar herkes her şey hakkında şaka yapma ihtiyacı hissediyor. Biraz ve yerinde mizahın kimseye zararı yok ama yapımdaki mizah o kadar zorlama ki, kendinizi bir süre sonra diziyi neden izlediğinizi anlamaya çalışırken bulmakta gecikmiyorsunuz.
İşleri daha da kötüleştiren şey ise tüm bu neşeli gevezeliklerin altında harika bir hikâyenin gömülü olması ve ona ulaştığınızda da çoktan yorulmanız. Örneğin sondan bir önceki bölüm, doğrudan Kong’a odaklanıyor ve geçmişinin önemli ve yürek burkan bir kısmını gözler önüne seriyor. Bu bölümde Kong ile bağ kurabiliyorsunuz. Ayrıca bölüm, sezon boyunca yavaş yavaş filizlenen acımasız bir savaşa da ev sahipliği yapıyor ve harika bir finale ulaşıyor. Hatta son iki bölüm, damaklarda iyi kotarılmış bir animasyon filmi tadı bile bırakıyor.
Sorun sezonun geri kalanı! Sezon, gereksiz diyalogları ve sevimsiz karakterleri gölgede bırakmak için yeterli derinliğe ulaşamıyor. Normal bir canavar filminde geçmişe bakmak kolaydır çünkü dikkatin çoğu büyüklerin üzerindedir. Ancak burada, altı bölümün tamamı boyunca ana odak noktası insanlar ve dizinin en ilginç kısımları da arka plana atılıyor. Ve Kong, arka plana atılamayacak kadar büyük!