Bilimkurgu dünyasının sevilen külliyatlarından Stargate, yıllar boyunca farklı diziler ve hikâyelerle izleyicileri gizemli dünyalara taşıdı. Stargate SG-1 ve Stargate Atlantis gibi efsanevi yapımların ardından başlayan Stargate Universe (SGU), serinin tonunu değiştiren, daha karanlık ve karakter odaklı bir anlatımla dikkatleri üzerine çekti.
Dizi, Kadim uzay gemisi Destiny’de mahsur kalan bir grup asker, bilim insanı ve sivilin hayatta kalma mücadelesini konu alıyordu. İstenmeyen bir şekilde kendilerini Destiny’de bulan bu insanlar, Dünya’dan milyonlarca ışık yılı uzakta eve dönmenin yolunu arıyor ve hem fiziksel hem de psikolojik meydan okumalara maruz kalıyordu. Dizinin önemli karakterlerinden biri de bu yeni ve tehlikeli dünyada ekibe liderlik etmeye çalışan Albay Everett Young‘dı. Deneyimli oyuncu Louis Ferreira tarafından canlandırılan Young, Destiny’nin hem umudu hem de bir nevi gerilim kaynağı konumundaydı. Oysa hikâyesi sadece dış dünyadaki tehlikelerle değil, kendi içsel çatışmalarıyla da şekillenecekti.

Everett Young, Amerika Birleşik Devletleri Hava Kuvvetleri’nde uzun yıllar görev yapan deneyimli bir subaydı. Bir dönem SG takımlarına da liderlik etti. 2007’de Emily Young ile evlendi, ancak bir süre sonra evlilikleri çatırdamaya başladı. Özellikle Emily Young, eşinin kendisine zaman ayırmadığından ve sadece kariyerine odaklandığından şikayetçiydi. Evliliklerini bitiren asıl darbe ise Everett Young’ın Teğmen Tamara Johansen ile yaşadığı yasak ilişki oldu. Bu ilişkinin farkına varan eşi, kendisinden uzaklaşmayı yeğledi.
Kariyeri boyunca birçok zorlu görevi başarıyla tamamlayan Young, liderlik vasıfları ve stratejik zekâsıyla öne çıkıyordu. Stargate Komutanlığı için farklı görevlerde bulunmuş, son olarak da güvenlikten sorumlu subay olarak Icarus Üssü’ne atanmıştı. Üs, öteden beri gizemi çözülmeye çalışılan dokuzuncu sembolün araştırılması amacıyla kurulmuş gizli bir askeri tesisti ve P4X-351 gezegeninde yer alıyordu. Gezegen, içerdiği enerji potansiyeli bakımından eşsizdi.

Kadimler’e ait eski bir uzay gemisi olan Destiny’ye yolculuk, Young’ın planladığı bir şey değildi. Ekip, Icarus Üssü’ne yapılan Lucian İttifakı saldırısı nedeniyle tesisteki yıldız geçidini ve hâlâ üzerinde çalışılan dokuzuncu sembolü kullanmak zorunda kaldı. Gizemli dokuzuncu sembolün aslında Destiny’ye açıldığını ise sonradan öğreneceklerdi. Bu olay, Young’ın yaşamında büyük bir dönüm noktasıydı. Eve dönmek bir daha mümkün olmayabilirdi ve Destiny de hayatta kalmak için sürekli mücadele edilmesi gereken tehlikeli bir yerdi.
Gemide mahsur kalan ekibin askeri liderliğini üstlenen kişi kendisi oldu. Ancak bu liderlik, büyük sorumlulukları ve zorlukları da beraberinde getirdi. Zira Destiny, Kadimler’in milyonlarca yıl önce inşa ettiği bir keşif gemisiydi ve tam anlamıyla kontrol edilmesi mümkün görünmüyordu. Üstelik Young, gemiye ulaştığı sırada yaralanmıştı ve durumu da ağırdı. Zamanla yaraları iyileşti ve hem hayatta kalmayı başarmak hem de moral ve düzeni sağlamak için amansız bir mücadelenin içine daldı.

Young’ın liderlik tarzı otoriter ve disiplinli olmasına rağmen sık sık insani yönleriyle de ön plana çıkıyordu. Özellikle ekibin refahını ve güvenliğini sağlamak için yaptığı fedakârlıklar, onu sevilen ancak tartışmalı bir figür hâline getirdi. Destiny’de yaşanan su ve yiyecek krizi, geminin arızaları ve uzaylı tehditleri gibi zorluklar karşısında pek çok kez ciddi kararlar vermek durumunda kaldı. Özellikle bilim insanı Nicholas Rush ve Uluslararası Gözetim Danışmanlığı’ndan Camile Wray ile yıldızları hiç barışmadı. Nicholas Rush’ın niyetinden şüphe ediyor, Camile Wray’i ise askeri otoritesine karşı bir tehdit olarak görüyordu. Hatta bu sürtüşmeler, ekip içinde bölünme ve çatışmaların ortaya çıkmasına da zemin hazırladı.
Young, gemiye ayak basılır basılmaz doğal bir lider olarak nüfuzunu hissettirdi. Gemideki askerler ve bilim insanları arasında dengeyi sağlamaya çalıştı. Ancak Destiny, kimsenin tam anlamıyla kontrol edemediği, sürekli sürprizlerle dolu bir Kadim teknolojisiydi. Gemideki kaynakların sınırlı olması, ilk sezon boyunca en büyük sorunlardan biriydi. Su ve yiyecek krizi, Young’ın liderlik yeteneklerini ciddi şekilde sınadı. Eğer bu temel sorunları aşamazsa düzenin tamamen bozulacağını ve bir kaosun yaşanacağını biliyordu. Bu süreçte yaşanan kaynak bulma çabaları, tehlikeli gezegenlere yapılan görevlerle sonuçlandı. Young’ın soğukkanlılığı ve ekip içindeki gerilimlerle baş etme becerisi sayesinde krizler büyük oranda aşıldı. Ancak her zaman doğru kararlar vermesi mümkün değildi ve bu da vicdanında derin izler bıraktı.

Yaşanan krizler karşısında Young, askeri disiplinle hareket etmeye çalışsa da bazen katı kararlar vermeye de mecbur kaldı. Bu durum da gemideki askeri ve sivil kanadı karşı karşıya getirdi. En büyük rakiplerinden biri ise Dr. Nicholas Rush’tı. İkili arasındaki güç mücadelesi, dizinin ana hikâye örgüsünü şekillendiren unsurlar arasında yer aldı. Rush, Destiny’nin sırlarını çözme ve gemiyi yönetme konusunda takıntılıydı. Ancak gizli planları ve manipülatif tavırları ekibin güvenliğini tehlikeye atıyor, bu da ikiliyi karşı karşıya getiriyordu. Hatta sürtüşmenin boyutları o kadar arttı ki, Rush’ı birkaç kez gemiden atıp ölüme terk etmek zorunda bile kaldı. Teknik konularda en fazla güven duyduğu kişi Eli Wallace‘tı ve zorunda kalmadıkça Rush’ın gemiye müdahale etmesini istemiyordu.
Süreç boyunca hem mental hem de fiziken yorulan Young, Destiny’deki baskılarla başa çıkmakta giderek zorlanmaya başladı. Kayıplar, başarısızlıklar ve kişisel ilişkilerindeki sorunlar nedeniyle çok yıprandı. Bir noktada Young’ın liderlik kapasitesi bile sorgulanır oldu ve zihinsel sağlığının bozulduğuna dair işaretler ortaya çıktı. Ancak her şeye rağmen ayakta kalmaya ve geminin güvenliği için savaşmaya devam etti. Dizinin ilerleyen bölümlerinde, Destiny’nin asla tam anlamıyla kontrol edilemeyeceğini ve eve dönüşün uzun bir süre mümkün olamayacağını kabullenmeye başladı. Bu kabulle birlikte liderlik tarzı da değişime uğradı. Başlangıçta askeri disipline sıkı sıkıya bağlıyken, zamanla daha esnek ve iş birliğine açık hâle geldi. Özellikle gemideki sivillerle ve diğer askeri personelle daha dengeli ilişkiler kurmaya çalıştı.

Yaşadığı en büyük darbelerden biri de TJ’nin hamileliği ve daha sonra da bebeğini kaybetmesiydi. TJ’ye destek olmaya çalışsa da bu acı olay karşısında kendisi de çok yıprandı. Yine Lucian İttifakı‘nın gemiye yaptığı sürpriz saldırı sırasında da zorlu kararlar almaktan ve ekibinin hayatını kurtarmak için büyük fedakârlıklarda bulunmaktan geri durmadı. Kısacası Young, dizi boyunca yaşadığı zorluklar sonucu olgunlaşan ve giderek derinleşen başarılı bir karakter profiliydi. Eve ulaşma umuduyla başlayan bu yolculuk, onun için aynı zamanda kendi kimliğini ve liderlik anlayışını yeniden keşfetme sürecine de dönüştü.
Dizinin kurgusuna göre Destiny, şu sıralar galaksiler arası engin boşluğu geçmekle meşgul. Gönüllü olarak geride kalmayı kabul eden Eli Wallace dışındaki tüm ekip üyeleri gibi Everett Young da derin uykuda ve uyandırılacağı günü bekliyor…