The Expanse‘in 3. sezon çekimlerinin tamamlandığına ve “post-production”’a gittiğine dair haberler gelmeye başladı. Yaz aylarında ekranlara gelecek yeni sezonda özlediğimiz karakterleri, politik çekişmeleri –ki şimdiden sosyal medyada kuşaklıları, marslıları veya dünyalıları destekleyenler görebiliriz-, savaşları ve uzay gemilerini görmeyi iple çekiyoruz. Peki insanları diziye bağlayan sebepler sadece bunlar mıydı, yoksa bir TV dizisinde görmeye alışık olmadığımız kadar gerçekçi bir teknoloji, bilim ve gelecek sunması mıydı?
Kuşkusuz ki, The Expanse’i diğer TV programlarından ayıran en önemli özelliği bilimi kullanış şekli. The Expanse, bilimi en iyi şekilde kullanmaya çalışırken güzellik anlayışından da ödün vermiyor tabii. Burada da, alkışların büyük kısmı dizinin yapımcılarından, Cornell’de fizik ve mühendislik doktorası yapmış olan Naren Shankar‘a gidiyor.
Yerçekimi
Birinci sezonun birinci bölümünün henüz ilk dakikalarında, bizi Julie Mao’nun yerçekimsiz ortamda uçuşan saçları karşılamıştı. Yapımcılardan Mark Fergus, “Sıfır yerçekimine epeyce çalışmıştık,” diyor ve ekliyor, “saçlarının sıfır yerçekiminde nasıl tepki vereceğini biliyorduk ama pek hoş gözükmeyecekti ve biz de boşver gitsin dedik.”
Bunun dışında kalan diğer televizyon programları yapay yerçekimini nasıl oluşturduklarını açıklama gereği duymazken, The Expanse bu konuda bize çeşitli bilgiler veriyor. Diziye göre, uzay gemileri motorların itiş güçleri sayesinde yerçekimi üretiyor ve motorlar durduğunda yerçekimi de ortadan kalkıyor. Bu tür bir itme kuvveti ile oluşturulan yapay yerçekimi şu an için mevcut değilse de, olasılıklar dahilindedir. Yani, günümüz fiziği ile açıklanabilir. Dizi bize, sihirli bir güç, hiçbir zaman açıklanmayan bir alet yerine füzyon sürücüsünün daha verimli bir halini sunuyor.
Yapay yerçekimi ile ilgili en güzel sahnelerden birini bu dizi sayesinde görebildik. Hızlanma ile gelen yapay yerçekiminde bir şişeden bardağa dökülen sıvının dik olarak akması yerine, eğimli olarak akmasını izlemek oldukça keyifliydi.
G Kuvveti
Bir uzay gemisinin ne kadar hızlı gidebileceğini sınırlayan şey aslında insan mürettebatıdır. İnsanların G-kuvvetine olan toleransı maruz kaldığı G-kuvvetinin şiddetine, süresine, yönüne, kuvvet merkezine ve vücut pozisyonuna bağlıdır. Normal bir kişinin tolerans limiti aşağı yukarı 5 G iken, askeri eğitimden geçirilmiş pilotların, özel giysileri sayesinde limitleri yaklaşık olarak 9 G seviyesindedir.
The Expanse’de gemiler arasında yaşananlar hızla ilgili oldukları kadar dayanıklılık ile de alakalıdır. Gemilerin motorları 10 veya üstü bir G kuvveti ile hızlanma kapasitesine sahip olsa bile, yapıldığı malzeme buna dayanıklı değilse parçalanacaktır ama ondan da önce içerisindeki insanlar sıvılaşacaktır. Kitabın yazarları bu duruma koltuklardan enjekte edilen bir ilaç ile çözüm bulmuşlar. Bu ilaç vücuda karıştığında insanların G kuvvetine karşı olan dayanıklılıklarını artırıyor. Dizi de bu sahneleri bize ustaca göstererek inandırıcılığını perçinliyor.
Eğer kitaplardan gidecek olursak, ileriki bölümlerde yazarlar ustaca bir manevra ile ani yavaşlamadan kaynaklanan rahatsız edici sahneler ortaya çıkarmayı başarıyorlar.
Anatomik Farklılıklar
Dünya üzerinde doğup büyüyen herkes standart yerçekimine maruz kalır. Böylece dünyanın neresinden olursak olalım aramızda anatomik olarak büyük farklılıklar oluşmaz. Ancak The Expanse kitaplarında ve dizisinde durum biraz farklıdır. Dünya, iç gezegenler ve asteroid kuşağında doğup büyümüş kişiler birbirilerinden ayrılırlar.
Bu ayrımları güçlendiren en önemli sebep, düşük yerçekimli ortamlarda yetişen insanların, fiziksel olarak dünya yerçekiminde yaşayanlardan farklılaşmasıdır. Kuşaklılar, dünyadaki herkesten daha uzun kemiklere ve daha büyük kafatasına sahiptir.
Kitap ve dizi bu fiziksel ayrımı çok başarılı bir şekilde kullanarak farklı bir çatışma ortamını da önümüze sunuyor. Yapay bir çevrede yetişmiş kuşaklılar, hava filtrelerine bağlıdır. Marslılar ise gezegeni dünyalaştırma projesi ile çalışmaya ve mücadeleye bayılırlar. Bu da onların dünyadakileri tembel ve fakir olarak görmesine sebebiyet verir.
Yazarlar ve dizi yapımcıları anatomik farklılıkları çevresel faktörlerle o kadar iyi birleştirip bir sorun yaratmışlar ki, uzayda dahi olsak aslında hepimiz taş devri insanlarıyız. Karmaşık bir yapımız yok. Farklılıkları hala kabul edemiyoruz.
Ekosistem
Bir insanı uzayda hayatta tutmak oldukça zordur. Hava yoktur, su yoktur, yerçekimi yoktur ve bunlara ilaveten fazlasıyla radyasyon vardır. Dünyada ise yüzlerce, binlerce küçük süreç bizi canlı tutuyor. Bitkiler ve ağaçlar karbondioksiti havadan temizlerken, yerçekimi bize her konuda yardımcı olur. Bütün bir ekosistem uzayda oluşturulmalıdır ve bu oldukça zor bir süreçtir. Nispeten küçük olan Uluslararası Uzay İstasyonu bile, sürekli bakıma ve malzeme takviyesine ihtiyaç duyar. The Expanse’de ise, Ceres’in buzullarında tünellere yerleşmiş binlerce insan için neler gerekebileceği düşünülmüş.
Ceres için yazarlar yosun oksijen çiftlikleri düşünmüş ve bunlar sayesinde insanlar hayatta kalabiliyorlar. Ancak bu ekosistem dünyanın tersine fazla dayanıklı değildir. Aşırı çevre kirliliğine ve artan nüfusa rağmen dünya bizi hayatta tutmaya devam ediyor. Ceres’de ise felaket meydana geldiğinde işler oldukça hızlı bir şekilde kötüye gitmeye başlıyor. Süper güçlü füzyon motorlarına rağmen yardım günler, belki haftalarca uzaklıkta olabilir. Bu noktada isyanlar başlıyor, insanlar konserve kutularındaki yiyecekler için veya bir tahliye gemisinde ufak bir yere sahip olabilmek için birbirlerine silah çekmeye başlıyorlar. Bu mücadele Ceres’de oluşturulan habitata zarar vermeye başlıyor ve hızla çökmeye başlıyor.
Kitapta ve dizide bulunan çevre bilimci bir karakter Ganymede’in ölümünü fark eder. Yosun oksijen çiftlikleri çökmeye başladığında acil durum sistemi devreye girer ve karbondioksit temizleyicilere daha fazla güç vermeye başlar. Bu durumda da yosunların büyümek için ihtiyaçları olan yapay ışıkların durmasına sebep olur. Tam bir felaket senaryosu ortaya çıkar. Bu tarz ekosistemler hassas bir denegededirler ve ufak bir hata tümünün yok olmasına sebep olabilir.
Asteroid Madenciliği
Kısıtlı ham madde evrende nereye gidersek gidelim karşılaşacağımız bir sorun olacaktır. Dünya üzerinde fosil yakıtlar tükenmek üzere, altın ve demir madenlerinin belli miktarlarda ömrü var. Bu durumda yeni kaynakları bir noktadan sonra uzayda aramaya başlayacağız. The Expanse, bunu yapmaya başladığımız bir zamanda geçiyor. İnsanlar asteroidlere ulaşmış ve buralarda madencilik yapmaya başlamışlar bile.
Asteroid madenciliği belki de sonsuz bir kaynağa erişim sağlayacak ancak ona ulaşmak ve onları bir yerden bir yere taşımak tahmin ettiğimizden zor olacaktır. Ama zorluklarına rağmen hayal etmeden de duramıyoruz. Sadece asteroid kuşağında boyutları bir kilometreden büyük 1.1 ve 1.9 milyon arasında obje bulunduğu tahmin edilmektedir. Şüphesiz ki bu asteroidlerde şu ana kadar dünyadan çıkardığımızdan daha fazla hammade bulunmaktadır.
Altın, gümüş, kobalt, manganez, molibden, demir, nikel, osmiyum, paladyum, platin, renyum, rodyum, rutenyum, tungsten vs. gibi sayısız çeşitlilikte ve el değmemiş kaynak. Kitapta ve dizide sıklıkla bahsedilen Eros asteroidini ele alırsak eğer; 33 kilometre uzunluğunda ve 13 kilometre genişliğinde olan, 79.2 trilyon ton kütlesindeki 433 Eros asteroidinde, tahminlere göre Dünya’da şimdiye kadar çıkarılandan daha fazla altın ve platin vardır. Bu durumda yakın gelecekte asteroid madenciliğinin başlamaması için hiçbir sebep yoktur.
Dizi ve kitapta asteroid madenciliği de aslında büyük çatışmaların merkezindedir. Dünya, asteroidlerden gelen hammadelere bağımlı. Kuşaklılar, ham maddelere sahipler ama dünyadan gönderilecek olan hava,su ve gıda gibi malzemelere bağımlılar. Marslılar kuşaklılar ile benzer bir durumdalar. Tüm bu yapı çeşitli entrikalara sebebiyet veriyor ve belki de kitabı, diziyi bizim için daha güzel hale getiriyor.
Sonuç olarak, The Expanse dizisi bilim ile o kadar iç içe geçmiş ki, çok uzak olmayan bir geleceği bize gerçekmiş gibi yansıtmayı başarıyor. Kitapların ve dizinin bu kadar sevilmesinin sebeplerinden biri de belki bu gerçeklik duygusudur. Siz ne dersiniz?