Çizgi roman dünyasını sinema formatına uyarlamak, süper kahraman kavramının ortaya çıkışından beri yayıncıların en büyük hayali. Bu ancak 2000’lerde Disney’in Marvel’ı satın alması ve kreatif sorumluluğu Kevin Feige’e vermesiyle mümkün oldu. O zamana kadar çizgi roman yayıncıları stüdyolarla, stüdyolar yönetmenlerle anlaşıp böylesi kapsamlı bir projeyi hayata geçirememişti. Kevin Feige milenyumun değişen eğlence ve sinema anlayışını en iyi şekilde yorumlayıp Marvel Sinematik Evreni’nin temelini attı.
İlk Avengers filminin yönetmeni, heyecanlı bir aile filmi için en uygun isim olan Josh Whedon’dı. Ancak evrenin kurulmasından itibaren geçen yıllarda o kahramanlara hayran olan çocuklar büyüdü; daha ciddi, daha karanlık filmler istemeye başladı. Burada Russo Kardeşler bayrağı devraldı. Marvel evreninin en ciddi ve gerçekçi filmi, çoğu hayranın favorisi Winter Soldier bu ikilinin eseriydi. Kendi karanlık, yarı politik tarzlarını Civil War’la da sürdürdüler. Infinity War ve Endgame’de ise az da olsa Whedon’ın tarzına yaklaştılar. Sonuçta Marvel Sinematik Evreni’ni epeyce değiştirmiş, arkalarında yepyeni bir dünya bırakmışlardı.
Evren kurulduğundan beri yalnızca süper kahramanların dünyası değil bizimki de değişti. Farklı ten rengine sahip bir Avengers üyesi olmaması o zaman için büyük bir problem değilken, artık eğlence sektöründeki şirketler stratejilerini politik doğrucu akımlara göre belirlemek zorundalar. Bir kahramanın görevini farklı etnik kökenden birine devretmesi iyi işlenmediği zaman can sıkıcı olabiliyor. Marvel, 2015 yılında All-New All-Different başlığı altında böyle bir sürü devir teslimi yaptı. Ms Marvel hariç hepsi de “yaptık oldu” mantığındaydı. Dizi, “Siyahi bir Kaptan Amerika olmasının ne anlama geldiğini anlayamadık,” derken şirketin bu hatasını mı itiraf ediyor bilinmez ama dizide Sam Wilson karakterinin Kaptan Amerika’ya dönüşümü, siyahi bir Kaptan Amerika’nın ne anlama geldiği mükemmel bir başarıyla işlenmiş. Keşke çizgi romanlar da böyle ilerleseydi. Zaten dizinin amacının Falcon’ın Kaptan’a dönüşümünü anlatmak ve yeni dünyanın yeni kahramanlarını tanıtmak olduğunu söyleyebiliriz. Fakat çok sona atladık, başa dönelim.
MCU, geek dünyasının ana akım haline gelmesinin en önemli sebebi. Civil War, Infinity War ve Endgame gibi dünyayı sallayacağı belli olan, MCU’nun en önemli filmlerinin Russo’lara emanet edilmesinin sebebi de Winter Soldier. Winter Soldier, vizyona girdiğinde çok farklı bir süper kahraman filmiydi. MCU’yu çizgi romanlarda sık sık işlenen süper kahramanlığın politik ve ideolojik yönüyle tanıştırmasının dışında, Sydney Pollack’ın 1975 yapımı Three Days of the Condor filminden esinlenerek çekilmiş olmasıyla bir süper kahraman filminden ziyade casusluk-komplo filmi gibiydi. Three Days of the Condor’un dönemini çok iyi yansıtan soğuk savaş atmosferi, istihbarat dünyasında kimseye güvenemeyeceğiniz hissi ve James Bond’un tam zıttı olan gerçekçiliği birebir alınmıştı. The Falcon and The Winter Soldier dizisine ismini veren kahramanlarla da burada tanıştık.
Winter Soldier filmi, MCU’nun anlatım tarzını çok etkiledi. Civil War’un doğrudan bir devam filmi olmasının yanında, Infinity War ve Endgame’de süper güçlerinin çatışmasının bürokrasiyi nasıl etkilediği gösterildi. The Falcon and The Winter Soldier, Captain America: The Winter Soldier filminin atmosferini birebir devam ettiriyor. Marvel ve DC evrenlerinde süper gücü olmayan veya yalnızca insanüstü kuvvet/dayanıklılık sahibi kahramanların, sokak seviyesi vigilantelerin ve istihbarat dünyasının yeri ayrıdır. Aslında yayıncılık dünyasında bu tarz karakterler süper kahraman kavramının atası sayılır. Bu tarz karakterlerin aksiyon ve dövüş sahneleri de farklı ve sinemaya uyarlamaya çok uygundur çünkü uçarak birbirine lazer veya büyü atan insanlar yerine gerçek bir koreografi görürüz.
Dizi, bu tarz kahramanları ve kötüleri ele alacak olmasıyla çizgi roman okurlarını heyecanlandırıyordu. Uzun bekleyişin ardından ilk bölüme kavuştuğumuzda bizi karşılayan it dalaşı sahnesi bu beklentimizin haksız olmadığını gösterdi. Aslında bu askeri uçak/helikopter sekansları bilimkurgu/fantastik yapımlara çok uygun ama maalesef bugüne kadar doya doya seyretme fırsatı bulamadık. Örneğin Game of Thrones’ta yedi sezon boyu ejderhalarla bir it dalaşı beklemiştik. Tam sonunda, “Düşmanın da ejderhası oldu, izleyebileceğiz,” derken o savaş gece karanlığında oldu ve hiçbir şey göremedik. The Falcon and The Winter Soldier, açılış sahnesiyle eğlence sektörünün kanayan yarasını kapatıyor. Aslında bu, dizinin elindeki materyali ne kadar iyi kullandığının göstergesi. Elimizde özelliği uçmak olan bir karakter var, tabii ki güzel bir it dalaşı seyredeceğiz. Dizi bize bürokrasinin içinden ve siyasetten kod adı hatta bazen maskesi olan karakterler gösteriyor, bir yanda süper teröristler var, süper askerlerin gizli tarihi var, sokak seviyesi kahramanlar ve sokak seviyesi süper kötüler var, mültecilerle diplomatik krizler var. Kısaca Marvel evreninin insanüstü olmayan bölümünü her yönüyle görüyoruz. Bu bir süper kahraman dizisi için çok cesur bir karar, aynı Winter Soldier’ın çok cesur bir film olması gibi. Dizi hem Steve Rogers’ın hem de filmin mirasını başarıyla sırtlanmış.
Süperlikten uzak karakterler olmasının en büyük avantajı insani duyguların ön plana çıkarılması olmuş. Örneğin bir bölümün çeyreği boyunca Sam Wilson ve Bucky’nin Sam’in ailesine ait olan gemiyi tamir etmesini ve muhabbetlerini seyrediyoruz. Dizinin en güzel sahnelerinden biri… Sam’in kardeşini, yeğenlerini, uzaydan gelmeyen problemleri olduğunu da görüyoruz. Bucky’nin psikolog randevularına katılıyor, vicdani hesaplaşmasına şahit oluyoruz. Bir yandan bürokrasi, devlet ve siyaset peşimizi bırakmıyor; bir yandan bunlara karşı çok doğru mesajlar veriliyor.
MCU, üç faz boyunca çok büyük bir hikayenin temelini attı ve destansı bir final yaptı. Öyle ki dördüncü fazda daha büyüğünü yapmaları mümkün değildi. Bunun farkında olmalılar ki Endgame’den sonraki ilk film ve faz 3’ün son filmi, kozmik olayların insanların yaşantısını ve devletlerin faaliyetlerini biraz görme imkanı bulduğumuz Spiderman: Far From Home oldu. Ardından dördüncü fazın ilk filmi olarak Black Widow’u izleyecektik. Yine süper olmayan kahramanlardan birinin, Natasha Romanoff’un geçmişine ve Rusya’nın süper askerlerine odaklanması MCU’nun nasıl bir yöne ilerlemesinin istendiğini gösteriyor.
Araya korona girdi ve 4. faz sinema yerine dizilerle başladı. Disney+, zaten yüz yıldır eğlence sektörünü yönlendiren Disney’in bu alanı tamamen kontrolü altına aldığının göstergesi gibi. Çünkü Disney, Marvel ve Star Wars’u aldıktan sonra neredeyse her şeyin hakimi oldu. Bir franchise’ın, fikri mülkün nasıl genişletileceğine Disney karar veriyor. DC’nin bunun küçük çaplısını deneyip internet için çektiği düşük bütçeli dizilerle büyük başarı yakalamasının ardından Marvel’ın bir hamle yapmasını beklememek olmazdı. Netflix’in sürpriz yükselişinden sonra gelen Doom Patrol ve The Mandalorian’ın başarısı gösterdi ki streaming platformları bilinen franchise’ların farklı köşelerini tanıtmak için kaçırılmayacak bir fırsat. Endgame ve Far From Home’dan sonra Marvel’a doymuştuk, araya giren zaman biraz da olsa o atmosferi özlememizi sağladı ve WandaVision gibi farklı bir işle karşılaşınca Disney+ dizilerine dört elle sarıldık. Disney+ hem 4. fazın temellerinin atılmasını hem de sinemada anlatılamayacak, farklı süper kahraman dizileri izlememizi sağlıyor. Gelecek yapımları heyecanla bekliyoruz.
Biraz dizinin karakterlerine ve oyunculara bakalım. Zaten MCU’daki cast seçimlerinin ne kadar başarılı, hatta ikonik olduğunu Chris Evans ve Scrarlett Johansson’la tanışabilmek için İncirlik Üssü’ne sızan vatandaşımızdan biliyoruz. Sam Wilson rolünde Anthony Mackie ve Bucky Barnes rolünde Sebastian Stan yıllardır çok iyi iş çıkarıyorlar. Özellikle hakkında konuşmamız gereken isim Baron Zemo rolüyle Daniel Brühl. Zemo, Marvel evreninin önemli kötülerinden biri olmasına rağmen Civil War filminde süs olsun diye eklenmiş gibi duruyordu. Dizide ise hem önemli bir rolü var hem de tüm karakterler gibi başarıyla işlenmiş. MCU’da gördüğümüz Zemo, çizgi romanlardan oldukça farklı. Kaynak materyalde kendisi Hydra’nın önemli isimlerinden biriyken, MCU’da süper güç karşıtı bir çeşit dava adamı haline gelmiş. Bu değişiklik oldukça yerinde olmuş çünkü çoğu çizgi roman kötüsü gibi karikatürize bir tiplemeydi. Dizide Zemo’nun davasını ve amacını çok iyi anlıyoruz. Bunun yanında kendisine mizahi bir yön eklenmiş. Ortama karışabilmek için dans etme sahnesi başta olmak üzere Daniel Brühl’ün oyunculuğunu seyretmek gerçekten çok keyifli.
John Walker rolünde Wyatt Russell’ı ve onun ortağı Lemar Hoskins rolünde Clé Bennett’i görüyoruz. Öncelikle ikilinin arasındaki silah arkadaşlığı bağının çok iyi yansıtıldığını, Walker’ın kırılma noktasının son derece anlamlı olduğunu söyleyebiliriz. Muhtemelen Wyatt Russell’ı U.S. Agent olarak görmeye devam edeceğiz. Kendisi dış görünüşü, duruşu, ifade ve mimikleriyle karakterin hakkını veriyor. John Walker, çizgi romandaki kadar psikopat biri olarak yansıtılmamış. Özellikle son sahnede yeni kimliğine kavuşunca eşiyle birlikte sevinmesi falan oldukça sevimliydi. Ancak nedense dizide herkes Walker’a çizgi romandaki kötü adammış gibi davranıyor. John Walker bir savaş kahramanı, Afganistan’da birtakım kötü şeyler yaptığının farkında ama değişmek, bir fark yaratmak istiyor. Karakterinin dönüm noktası olan sahnede öfkeyle bir terörist öldürdüğü için görevden alınması mantıklı değil. Amerika’nın böyle bir yer olmadığını hepimiz biliyoruz.
Daha geçen sene Trump çıkıp neo-nazilerin iyi insanlar olduğunu söylüyordu. Belki de MCU’da Amerika daha sol görüşlü, daha ütopik bir yerdir. John Walker ülkemizde olsa ismi ilkokullara, mahallelere verilirdi. Senaristlerin ideolojik kararıyla John Walker’a biraz ayıp edildi. Yine de sonunda düz bir kötü adamdan ziyade anti-kahramana dönüşmesi güzel. Anti-kahramanlar her zaman daha çekicidir. Umarız ilerleyen yapımlarda maceralarını uzun uzun seyretme fırsatı yakalarız.
Genç oyuncu Erin Kellyman’ı dizinin kötüsü Flagsmasher rolünde izliyoruz. Infinity War’da dünyanın yarısının kaybolması ve Endgame’de, beş yıl sonra geri gelmeleri sonucu başlayan mülteci krizinin çözümü için mücadele eden devrimci bir terörist kendisi. Tek çıkar yolun sınırların kaldırılması, devletlerin yok olması, bayrakların parçalanması olduğuna inanıyor. Aslında Erin Kellyman’ın bir süper terörist için fazla masum, sevimli bir suratı var. En fazla, devrimci üniversite öğrencileri gibi görünüyor. Zaten amaç da bu. Kellyman kendisine yazılan role cuk oturmuş, aslında o bir fark yaratmaya çalışan masum bir çocuk. Kötü olan bürokrasi, devletler… Mültecileri insan olarak değil de bir istatistik, sayı olarak görenler…
Sam Wilson, tam olarak bunu fark ettiği zaman gerçekten Kaptan Amerika oluyor. Çünkü Kaptan Amerika emperyalist bir devletin değil, 1765 yılında, dünya tarihinde bir ilki gerçekleştirerek sömürgeciliğe baş kaldıran Amerikan halkının kahramanıdır. Çizgi romanlara göz atarsanız Steve Rogers’ın her defasında inandığı değerler için devletinin karşısında yer aldığını görürsünüz. Bayrak gibi giyinen bir askerden beklenmeyecek bir davranış değil mi? Sam Wilson, Karli Morgenthau’yu yani Flag Smasher’ı anladığında Steve’in mirasını devralıyor. Flag Smasher, kaynak materyallerde oldukça düz bir kötü adam. Çizgi roman dünyasındaki ismi Karl Morgenthau. Onu devrimci bir genç kıza çevirmek, dizinin arkasındakilerin gerçekten vizyon sahibi olduklarını gösteren detaylardan bir başkası.
Emily VanCamp, Kaptan Amerika filmlerindeki Sharon Carter rolüyle bir kez daha karşımıza çıkıyor. Bilmeyenler için kendisi Steve Rogers’ın hayatının aşkı Peggy Carter’ın yeğeni ve teyzesi gibi bir ajan. Bir ara Kaptan’la yakınlaştığını gördük, hatta iç savaş sırasında absürt bir öpüşme sahneleri olmuştu. Çizgi romanlarda da sevgili oldukları bir dönem var. MCU’da Sharon’u hep kahramanlarımızın başı derde girdiğinde uzaktan yardım eden sevimli kadın olarak izledik. Dizide de benzer bir görevde olacakmış gibi başlıyor ama en sonunda anlıyoruz ki Sharon’u gelecekte anti-kahraman ve kötü arası bir karakter olarak göreceğiz. Sebebini sürpriz bozmamak için burada belirtmeyeceğiz ama dizinin ilk bölümlerinden beri bunun teorisi internette geziniyordu. İlginç ve iyi bir tercih olmuş. Bir istihbaratçıyı farklı işler yaparken görmek eğlenceli olacak. Sharon Carter’ı dizide çok fazla görmüyoruz ama karakter gelişimi faz 4 için güzel bir yatırım.
2003 yılında yayımlanan Red, White & Black mini serisinin ana karakteri Isaiah Bradley’i de dizide görüyoruz. Kendisine Carl Lumbly hayat veriyor. Isaiah’ın hikayesi oldukça üzücü ve etkileyici. Sam Wilson’ın karakter gelişimine yaptığı etki ise hikayenin en önemli noktalarından biri. Sonuç olarak The Falcon and The Winter Soldier, çok yönlü ve farklı bir süper kahraman dizisi. MCU ve süper kahraman hayranlarının bayılacak olmasının yanında konseptten hoşlanmayanların bile beğenisini kazanacaktır.